27 Nisan 2013 Cumartesi

Zafere Uçuş


Saracoğlu'nda bir Uefa Yarı Final maçı izlettiren ve bunu galibiyetle süsleyen Fenerbahçe takımına ve tüm unsurlarına  sonsuz teşekkürler. Fenerbahçe, simgesi kartal olan Lazio'dan sonra başka bir Avrupa kartalına da Kadıköy'den çıkış olmadığını gösterdi. 

Fenerbahçe adına çeşitli ilklere sahne olan bu Avrupai gecede, tam bir kupa eleme maçı bilinciyle oynayan çubuklular, maçın iki ayaklı olduğu hiç unutmadan, sahasındaki ilk maçta gol yemeden kazanmayı kurgulamıştı. İlk 10 dakikada rakip daha iyi gözükse de, sonrasında Fenerbahçe oyunu kontrolü altına aldı ve maçın sonuna kadar da pozisyon vermeden pozisyonla bularak çok baskın oynadı. Tribünden büyük desteğimizi arkasına alarak rakibe çok net pozisyon vermediği gibi, mücadele ve fizik gücü ile daha üstün taraftı. Adeta rakibi bunalttı, kaçan penaltı ve iki direkten dönen top olmasa, rövanş için Lizbon'a turistik amaçla gidiliyor olabilirdi. 

Cristian'ın atamadığı penaltı sonrası, takımın ona koşarak destek vermesi gerçek bir "takım" oluştuğunu gösteriyordu ve bu takımdaşlık da bir Uefa yarı final galibiyetine imza attı. Galibiyetin mimarı Aykut Kocaman ve ekibi, emekçileri de sahada formasını terleten çubuklulardı. Müsabakada görev olan tüm oyuncularımız iyi konsantre olmuş ve isteklilerdi ama Kuyt, Gökhan ve Egemen daha da parladılar. Bu blogda sık sık performansını eleştirdiğim Kuyt; bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini bu sefer isabetli pasları, adam eksilten çalımları, kaleye yakın oynayarak yarattığı tehlikeler ile süsledi. İlk yarı Sow'a yaptığı asist ile ikinci yarı kendi vuruşu direkten döndü. Sanırım, kendi ülkesinde oynanacak finali en çok isteyenlerin başında geliyor. Gökhan, defansif görevlerini iyi yaparak karşısında oynayan Ola John'a (bu sene 39 maçta 4 gol, 9 asist) fırsat vermediği gibi, onu peşine takıp ilk yarı sonunda kazandırdığı penaltı ile ona sarı kart aldırdı. İleriye sık çıkışları ve bindirmeleri eski Gökhan'ı anımsattı, rakibin dengesini oldukça sararak "bozalım oyunlarını" dedi. Egemen ise birebir oynadığı Cardozo'ya (bu sene, 40 maçta 29 gol, 6 asist) nefes aldırmadı, kusursuz oynadı nerdeyse.  Ve "karşı kale" önlerindeki gol arama macerasında, Limasol maçındaki gibi zafere ulaştı. "Fly high to glory" pankartı, meğerse Egemen'in gol için yaptığı yüksek uçuşun haberini veriyormuş bize önceden. Diğer futbolcuların da eksiği yoktu neredeyse, Meireles ve Sow oldukça üst düzey onadılar, Yobo ve Mehmet Topal defansif sağlamcı oyunlarında, Webo da ilerideki diri oyunu ile başarılıydılar. Salih ise, takımın gol uğuru olma yönünde emin adımlarla ilerliyor. Uğurböceği gibi maçın içine konduğunda, Fenerbahçe gol buluyor. 
Maç oynanmadan önce tur atlama için şanslar eşitti (hatta Fenerbahçeli olmayanlara göre şansımız çok düşüktü). Şimdi ise terazide Fenerbahçe daha ağır basıyor. Rövanş maçında, tek farklı gollü mağlubiyet ile birlikte galibiyet ve beraberlik sonuçlarının işimize yarayacak olması önemli bir avantaj. Ancak temkinli ve kontrollü olmakta fayda var, çünkü Kadıköy'de varlık gösteremeseler de rakip bizi daha iyi tanıdı, kendi sahasında daha agresif ve coşkulu oynayacak, silahlarını daha etkin kullanacaklar. Avantajı kenara koyup bu maça gol atmak ve "Fenerbahçe yenilmez" şiarıyla çıkmak final kapısını açacaktır. Bu konuda Aykut Kocaman ve teknik ekibe güvenim tam, ilk maçta rakibi çok iyi analiz ettiklerini ve takımı çok iyi hazırladıklarını gösterdiler, ayrıca bu sene oynanan tüm Uefa deplasman maçlarındaki yenilmezlik de önemli bir tecrübe. Lizbon'daki Işık (Luz) stadındaki mücadelede, Fenerbahçe için umut ışığı daha parlak ...

Fenerbahçe kimi yendi ?


Sürekli Fenerbahçe'nin oynadığı rakipleri küçültme, "köy takımı" yaftasını yapıştırma çabasında olanlar yine başlayacaklar bu ucuz ve kirli yayınlarına. Rakibi büyütmeden de küçültmeden de verileri ortaya koyalım.
  • Market değeri yaklaşık 190 milyon Euro olan bir takım. Yani futbolcularının ederi Fenerbahçe'den yaklaşık %30 daha yüksek parasal değer ifade ediyor.
  • Bu yıl Uefa maçlarında yenilgisi olmayan, 6 aydır, yani 38 resmi maçtır yenilmeyen bir takım
  • 2009-10 sezonunda göreve gelen hocaları Jorge Jesus yönetiminde, Portekiz Liginde 1 kez şampiyon 2 kez 2.ci olmuş, bu yıl da bitimine 4 hafta kalan Portekiz liginde 4 puanla namağlup lider. J. Jesus döneminde Portekiz Kupasını ve Süper Kupasını alamamışlar ama lig kupasını da üç yıl üstüste kazanmışlar ( Uefa'nın Avrupa Ligler sıralamasına göre Portekiz ligi, Fransa Ligi ile 5. cilik mücadelesi veriyor, 2012 itibariyle de 5.ciler. Türkiye Süper Ligi ise 2012 de ilk 10 a girebildi, 10.cu durumda)
  • 2009-10 sezonundan bugüne kadar 26 Şampiyonlar Ligi, 28 Uefa Ligi mücadelesine çıkmışlar, 2009-10 Uefa Çeyrek Final, 2010-11 de Uefa Yarı Final, 2011-12 Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finalini oynamışlar. 

21 Nisan 2013 Pazar

Uzak İhtimal


Fenerbahçe, lig şampiyonluğu umutlarını Ankara 19 Mayıs Stadı'nın çimlerine gömdü. 3 ayaklı koşunun bir ayağında havlu atıldı. Beraberliğe bile tahammülü olmayan bu puan tablosunun içinde olmak, bu yenilgiyi hiç kaldıramaz. Ligin ilk yarısında ve ikinci yarının başında tüketilen kredilerdi takımı bugün zora sokan, artık kısa vadesi kalan lig için şampiyonluk çok uzak ihtimal.

Ama hayat devam ediyor, alınacak 2 kupa var, onları yarı finalinde olunduğu gerçeği var, o yüzden yılmadan mücadeleye devam. Perşembe günü tarihindeki en büyük maçlardan birine çıkacak Sarı Kanaryalar. Zaten bu akşam oynanan Gençlerbirliği maçındaki en büyük eksiklik olan konsantrasyon, perşembe akşamına saklanmış olsa gerek. 3 ayrı yolda ilerleyebilmek için 3 günde bir maç yapmak hiç kolay değil işte. Yine de bu maç sahadaki oyunculardan sadece Caner'in 4 gün önceki Eskişehir kupa maçında ilk 11 başladığını, Webo, Cristian ve M. Topuz'un da o maç son 20 dakika görev aldıklarını hatırlarsa, bu akşam sahadaki oyuncular için yorgunluk bahanesi yoktu.

Son 10 resmi maçtır kaybetmeyen takım, en son Beşiktaş karşısında yenilmişti. Tuhaftır o maçta da bu maç olduğu gibi iyi oynamaya çalışmıştı. O maçta da bu maçtaki gibi yumuşak bir orta saha vardı. Rakibe baskı yapamayan, rahat top yapmalarına izin veren, oynatmamaktan ziyade oynamaya çalışan bir düşünce vardı. Galibiyet getirmeyen o oyundan sonra, 4 Avrupa, 5 Lig, 1 Türkiye Kupası maçı olan yenilgisiz 10 maçlık seri geldi. Ligde Ordu-Antalya gibi deplasmanlarda, Bursa-Eskişehir gibi zor takımlarla oynadı, çoğunun ortak noktası vardı, "taraftara göre" sıkıcı futboldu. Yani, 0-0 'ı cebe koyan, oyunu ve topu sürekli kontrol eden, rakibi durduran, maçtan düşmeyen ayakta kalan takım olgusu. Sarı kanarya işte bunu sahaya yansıtamadı, kendi ezberini bozdu ve kontrolden çıktı. Daha "oyun oynama" isteği olan bir kadro ile çıktı maça ama olmadı. Hem iyi oynamak hem de kazanmak kolay değil, hele ki kupalara ilerlerken. Bunu becerebilen takım sayısı Avrupa'da bile çok değil. Gerçi bu oyun tarzı için çok da suçlayamayız; ligin 2. yarısı devreye giren sistemi işletenlerden Emre'nin ve Sow'un sakatlıkları bir noktaya kadar iyi idare edilmişti, bu maç üstesinden gelinemedi. Takımın can alıcı gücü, Sow-Webo-Kuyt üçlüsünden üçü de iyi değildi bu maç. Orta sahanın ortasında M.Topal ya da Selçuk gibi daha defansif bir orta saha tercih edilmediğinden, bu maç Cristian - Meireles ikilisi o defansif sertliği gösteremedi. Salih de savunmada neredeyse hiç yoktu, kendisinden beklenen oyunun her iki yönünü de oynayabilen modern orta saha oyuncusu görüntüsünden uzaktı, "karşı kale" önlerinde bir iki şık hareket yaptıysa da, hatalı şut ve pas tercihleri yaptı. Bu orta üçlünün etkisizliği, bu maçın kaybedilmesinin temel etkenlerden biriydi.

Fenerbahçe adına bu maçta iyi bir isim yoktu, ama kötülerin içinde en kötüsü ayaklardaki kramponlardı herhalde. Uzun zamandır bu kadar çok ve sık düşen futbolcular topluluğu olmamıştı sanırım bu takımda. Koskoca Fenerbahçe'de, 19 Mayıs Stadı'nın çiminin özelliğini, ıslakken nasıl olduğunu, bu durumda ne tip krampon seçileceğini iyi bilen birileri olmalı her halde. Futbolcuları ise kramponlarından ayrı düşünürsek; 
Webo oldukça kötüydü, sanırım yoğun maç trafiğine, ilerleyen futbol yaşı ve bedeni isyan ediyor, yorgunluğunu atamamış. Ne gol girişimi oldu, ne de gol tehlikesi yaratabildi. Ne top tutabildi, ne servis yapabildi. Ve de rakip stoperlerden birinin 5. dakikadan itibaren sarı kartlı olması, birinin de 19 yaşında ilk lig maçına çıkan acemi oyuncu olması avantajlarını değerlendiremedi, onları yoramadı, bozamadı. Sow olmayınca (sonradan girip de olmayınca da) etkisiz eleman olarak ileride kaldı bu maçta.
Kuyt bir var üç yok, bu maçta da en iyi bildiği şey olan sağlıklı yaşam koşularına devam etti, Allahı var Fenerbahçe'nin kaleyi bulan bir kaç topundan ikisi de ona aitti ama yerini bulmayan pasları ile yine sabır testi yaptı. Yaratıcılık eksik, adam geçemiyor, gol yüzdesi düşük, pasları isabetsiz, top kaybı yüksek, bir hücum oyuncusundan beklediğin şeylerden çoğu yok. 
2 kafa topu ile gol yiyen takımın stoperleri Egemen ve Yobo'nun kötü oynadıkları, özellikle Yobo'nun toptan ve sorumluluktan kaçtığını, Ziegler'in ise ne defansta ne ofansta faydası olmadığını gördük bu maç. Gökhan Gönül ise tribünlerden (bu arada Gençlerbirliği tribün yapmış ya la, Tribün Ç. ) kendisine yapılan sataşmaların etkisinde kaldı, gergindi ve performansı düşüktü. Volkan özellikle ikinci yarı iyi kurtarışlar yaparak farkın açılmasını önlese de, 2. golde hatalıydı. Sonradan giren Sow'un sakatlık bitimi ilk maçıydı ve etkisizdi, M. Topuz bal yapmayan arı, Krasiç ise hayal kırıklığının dibi rollerini aynen sürdürdüler.

Fenerbahçe, toplam 7. lig yenilgisini aldı bu maçta. Şampiyonluğa giden bir takım için 30 maçta 7 yenilgi kabul edilemez. Ligde en son 6. hafta deplasmanda oynadığı ve 2-0 yenildiği Kasımpaşa maçından bu yana 23 haftadır gol atıyordu, o gollü seri de bitti. 17. lig maçında geriye düştü daha önce 5 kez çevirebilmişti sadece, çeviremedi bu maçta.  

Ligde 6 haftadır Gs, maçlarını Fenerbahçe'den daha önce oynuyordu, bu maç da üst üste 7.cisi oldu ve  puan farkı da 7 oldu. Fenerbahçe, her hafta lig maçına, farkın daha fazla olduğu ve onu indirmek zorunda olduğu düşüncesiyle çıktı, bu kadar stres bir yerde kırılacaktı, "beklenilen" oldu, Ankara'da kırıldı. Maç bittikten yarım saat sonra açıklanan gelecek haftanın programında ise iki takım aynı saatte lig maçı oynayacaklar, tesadüf olmalı. 

Bu arada, bir takımın taraftarı, galip götürdüğü bir maçta, rakibine yönelik "şike yapsana" diye bağırıyorsa, geçmişinde bazı maçları şike ile verdiği anlamına gelir bence. Şike yapılmadığı için kazandıkları algısı, kaybettilerse şike yapılmıştır düşüncesi, kendilerinin bu işe açık olduğunu bildikleri anlamına gelir. Konu hakkında, o takımın başkanının açıklama yapması, mevcut yasayı uygulayanların takipçi olması gerekir. (ama hiç bir şey yapılmaz, görmezden gelinir, önemsiz bir konudur)

Her işte bir hayır vardır, belki de lige havlu atmak, öncelikli hedefin Uefa Kupası olmasını pekiştirir ve daha yoğun konsantrasyon sağlar. Benfica maçının daha farklı olacağını ve avantajlı bir skor alınacağını umuyorum. O zaman şu anki kara bulutlar dağılır, belki iklim değişir, Akdeniz olur...

15 Nisan 2013 Pazartesi

Lig'e "devam" maçı


Fenerbahçe için ligi tutma maçıydı Eskişehir karşılaşması ve kazanmak gerçekten çok önemliydi. Bu maçtan 3 gün önce Roma’da sert bir maç oynayıp, ertesi gün uzun bir yolculukla gelen takımın hem fizik hem de psikolojik olarak yorgun olduğu çok açıktı. Üstelik Eskişehir, sert oynayan ve top rakipteyken yaptığı faullerle tanınan bir hocanın takımı olduğundan dişli bir ekipti. Sow ve Emre gibi ilk 11’in, daha doğrusu sistemin önemli iki oyuncusunun eksikliğine bir de son günlerin formda ismi Caner’in eksikliği eklenmesi Aykut Kocaman’ı zorda bırakan diğer bir konuydu. Ayrıca, Gs’nin 1 gün önce oynayıp 3 puanı cebe koyması da kazanma baskısı yaratıyordu takımda. Fenerbahçe için, bu olumsuzluklar yanında tek teselli maçın Kadıköy’de dolu ve coşkulu seyircisi önünde olmasıydı, bir de deplasmanda olsa iş gerçekten çok zor bir hal alırdı.  

Lazio karşısına çıkan 11 ‘in 9 ‘u bu maça da çıktı. Bu maçın ilk 11 ‘indeki 2 farklı isimden M. Topuz, Lazio maçında sonradan girmişti. M. Topal ise yaşadığı hastalık sonrası tıbbi destekle bu maçta oynadı. Bu maçta görev alan toplam 14 adamın 11 i Lazio maçında da görev aldı ise Fenerbahçe’nin kadrosu derin demek zor. İsim olarak çok futbolcu var ama önemli bir kısmı hazır değil demek ki, ya da Aykut Kocaman ‘ın tercihine uygun değiller. Aykut Hoca’nın hep bahsettiği “antrenör takımı” sanırım bu, kendi kriterleri ( koşu, dripling mesafeleri, pas yüzdeleri vb. belli rakamları ortalama ve üstünde olanlar) ile bir ekip oluşturup öyle devam etmek istiyor. Bu maçta forma giymese de hocanın ekibinde olan Sow, Emre, Caner, Salih, H. Ali ve Bekir var ama 3 kulvarda giden takım için yetmez. Sezer, Stoch , Semih, Krasiç gibi skor yapabilecek isimlerin daha hazır olması gerekir, muhtemelen bu isimlere kupadaki Eskişehir randevusunda yer verecek hoca. Bu isimlerden iki tanesi bile kalan 1 aylık periyotta formda olsa büyük kazanç olur.

Üç kulvarda mücadele eden takımla övünüyoruz ama bu mücadele kolay değil, üçünü bir arada götürmek hiç basit değil. Sahadaki futbol Fenerbahçe adına iç acı değil elbette; kaleyi bulduğu tek topuyla gol kazanması büyük şans. Buna karşılık rakibin iki direkten dönen şutu ve kaleyi bulan bir çok topu var, özellikle orta sahadaki etkinliği ve defansının dengesini sürekli bozan atakları var. Buna rağmen gol yemediyse Fenerbahçe, Volkan’a ve şans meleklerine teşekkür etmesi gerek. Özellikle, atılan golden sonra geriye yaslanma taraftarı rahatsız etse de, "Selçuk yerine Salih niye girmedi, Semih neden daha önce Webo'nun yerine alınmadı" homurtuları çokça duyulsa da, tek seçeneği galibiyet olan bu takımı, bunu başardığı için tebrik etmek gerekir. Çünkü bu maçla önemli bir viraj dönüldü, berabere bile bitse lig şampiyonluğu mucizelere kalacaktı. O yüzden alınan 3 puan çok önemli bir rahatlama sağlarken mevcut stres de ezeli rakibin omuzlarına atılmış oldu.  İçinde bulunulan tabloyu düşündüğümüzde, alınan galibiyet tüm kusurları örtmekte, hatta tabiri caizse ilaç gibi gelecektir.. Türkiye’de bir futbol atasözü olan “Ligin sonuna doğru iyi futbol değil 3 puan beklenir sadece” dönemine de geldik zaten, alt taraf ve üst taraf mücadelesindeki her takımın maçında bu söz kullanılacak. Bu haftanın 9 maçından 8 nin 1-0 bitmesi de pek tesadüf değil. Bakalım kim öle, kim kala.

12 Nisan 2013 Cuma

Bitmesin bu rüya










Fenerbahçe kendi futbol tarihini yazıyor.
Artık kendini aşıyor, şu anki konumuyla ülke futbolunun bayrağını en önde taşıyor. Tarihinde ilk defa Avrupa turnuvalarından birinde yarı final oynayacak, ilk defa Mayıs ayında ismi geçecek.

2 yıl önce travma yaşamış, kendi ülkesindeki jurnalcilerle mayfa Uefa işbirliği sonucu Avrupa'da mücadele hakkı gasp edilmiş Fenerbahçe, bu sene onur mücadelesi veriyor, Avrupa'da kupa almaya gidiyor. Aykut Kocaman da maç sonu bunu dile getirdi :
"Geçen sezon Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’ne göndermeyenlere buradan yarı final selam olsun demek lazım herhalde ... "

Böyle maçlar için fazla teknik taktik konuşmayı, futbolcuları ve hocayı eleştirmeyi pek doğru bulmuyorum açıkçası. İyi bir İtalyan takımı olan Lazio, rahatlıkla bu kupada final oynayabilecek kapasitedeydi. Fenerbahçe'den iyi futbol beklemek haktır elbette ama yarı final kapısı açacak rövanş maçında bunu beklemek futbol romantizmidir, lükstür. Bu maçta elzem olan yarı final bileti almaktı, o görev başarıyla tamamlandı. 

Yıllardır bu camianın turnuva takımı olamamasını, eleme usulü maçları 180 dakika olarak planlayamamasını eleştiriyorduk. Turnuva oynayabilme, grupları geçebilme ve sonrasında çift ayaklı maçlarda tur atlayabilme mahareti sadece Fenerbahçe'ye özgü bir eksiklik değil, Milli Takım başta olmak üzere bütün Türk takımlarının sorunu. Sistem ve planlamadan uzak tüm zihniyetlerde olduğu gibi. İşte Fenerbahçe, bir yandan bu zihniyet devrimini de başarmaya çalışıyor, tur atlama bilinciyle, hedefe giderken çıkan engelleri nasıl aşacağını öğreniyor, uyguluyor. Üç kupaya giden takım hiç kupa almadan da kapatabilir sezonu, olabilir ama bu sene yaşanan tecrübe; takımın geleceğine bir kültür, bir öğreti olarak miras kalır ve gelecekte nice üç kupalar getirir.

Kupada kim çıkar bilmiyorum, bu yazıyı yazarken henüz kuralar çekilmedi ama benim gönlümde yatan;  
15 Mayıs'ta Amsterdam'da izlediğim finalde kupayı çubuklu formanın göğe kaldırmasını görmek...

Allah'ım bitmesin, bitmesin bu rüya...

8 Nisan 2013 Pazartesi

Karadenizlerde Bir Fener’sin


Hafta içi Kadıköy’de Lazio karşısında oynanan güzel oyun ve avantajlı skor’un bu maça iki negatif yansıması olabilirdi. Biri yorgunluk, biri de konsantrasyon sorunu. Bunlara ilave olarak, maçtan önce puan tablosunda ligin 16. sı olan ama iç saha performansında ilk 8 de yer alan Orduspor, evinde daha çok puan toplayan, kolay yenilmeyen bir takımdı. Dolayısıyla Fenerbahçe, kalan lig maçları içinde en zor deplasmanına çıkıyordu Karadeniz'de.

Beklendiği gibi oldu hatta daha kötü geçti ilk yarım saatlik bölüm Fenerbahçe için. Rakip oyuna çok coşkulu başladı ve sırf  ilk 5 dakikada 3 net pozisyon yakaladılar, önemli tehlikeler yarattılar. Volkan’ın performansı başta olmak üzere takım defansif olarak iyi direndi ama ofansif olarak pek varlık gösteremedi, o bildik kontrollü oynayan ve top tutan takımdan eser yoktu. 25. dakikaya kadar Fenerbahçe’nin bu kadar tepkisiz ve silik kalması çok şaşırtıcıydı, bu dilimde 1 orta 0 şutuna karşın, Ordu 10 orta 8 şut gibi rakamlara ulaşmıştı. Ve Ordu bu fırsatı değerlendirip 2-0 yapabilirdi, yapamadı ama Lazio yapabilir! Beklenen o ki Lazio da maça böyle başlayacak; o yüzden Fenerbahçe, Marsilya ve V.Plzen deplasmanlarında oynadığı gibi o maça başlamalı kesinlikle. Lazio maçı öncesi bu görüntü tedirgin etti ama hayırlı oldu belki de, bu maç prova gibi görülüp daha fazla önlem alınacaktır elbette.

Fenerbahçe, ilk yarının son çeyreğinde kendi oyununa dönebildi, biraz da hızlanınca 38 de gol geldi. 2 maç öncesinde eleştirdiğimiz Caner, seri çalımların ardından çok güzel bir pas bıraktı Uçan Salih’e, o da sol ayağıyla bu güzel pası gol ile değerlendirdi. Çalımla adam eksiltip, dikine giderek araya pas atan adamlara hasrettik nicedir. İkinci yarı ise Fenerbahçe’nin kontrolünde geçti, Ordu istekli ama etkisizdi bu sefer. 57 de Salih öyle bir gol attı ki gerçekten çoğu futbolcunun kolay kolay atamayacağı cinstendi, tam usta işi enfes bir vuruştu, mest etti, övünç kaynağı oldu. Maç bu golden sonra Fenerbahçe için rölanti geçti, Ordu için ise takımı adına büyük kayıp, tribünleri adına ise çok ayıp ettikleri bir yarım saat oldu.

Aykut Kocaman için ayrı bir paragraf açmak lazım. Bir gün önce TT Arena’da görülen kenar magandalığına inat "başka bir futbol  mümkün" diyor. Doğru ve düzgün bir Teknik Direktör nasıl olur her maç gösteriyor, Fenerbahçelilere umut ve gurur kaynağı oluyor, hem de “Kocaman”. Takıma hakim, oyuncuları iyi motive etmiş, rotasyonu iyi yapmıştı bu sınavda. Maça kötü başlanmasına geç çare bulması riskliydi. Ancak hiç vazgeçmediği ve takımın her hücresine aşıladığı “oyunu 90 dakikaya yayıp sahanın ve topun sahibi olma, sonuna kadar sakin, sabırlı ve kontrollü oyundan vazgeçmeme “ felsefesi, takımın 3 kulvarda emin bir şekilde ilerlemesinin en önemli temel taşı. Unutmadan, maç öncesi yayıncı kuruluşun röportajını 10 saniyede bitirmesi, maç sonrası basın toplantısında yine onlara yönelik eleştirileri cuk oturdu. 

Fenerbahçe'de Bekir'den Beykan'a iyi performanslar vardı sahada ama 3 ismi ayırma gerek: Volkan, Caner ve Salih...
Volkan oyunun ilk bölümünde maçı tuttu, takımın geriye düşmesini önleyip ayakta kalmasını sağlayan isimlerdendi. Son zamanlardaki formsuzluğunu atmış, daha motive olmuş görüntüsü yüreklere su serpti.
Caner ise ilk goldeki çalımları ile rakibi eksiltip dengesini bozarak Salih’e al da at pası, ikinci yarı çizgiden çıkardığı top direk sonuca etki etti. Akhisar maçındaki kötü oyunuyla taraftarın tepkisini çekmesi, ve sonrasında oyundan çıkarken yaptıkları olumsuzdu ama çabuk atlatmış bunu. Lazio maçı ile yeniden iyi oynamaya başladı, bu maçta da Fenerbahçe için son damlasına kadar terini döktü ve kanını akıttı. Bundan sonra taraftar onu ıslıklamayı kafasından geçirdiğinde, Caner’in kafasından akan kanı hatırlar umarım.
Ve Salih ... Fenerbahçe’deki ilk resmi golünü V.Plzen maçında turu Fenerbahçe’ye getiren gol olarak atmış, aynı zamanda Avrupa’da gol atan en genç Fener’li olmuştu. O golden 3 gün sonra Antalya deplasmanında takımını öne geçirerek ilk lig golüne de imza atmıştı. Bu maçta da Fenerbahçe’sine 3 puanı getiren gollere imza attı. İlk defa bir maçta iki gol attı Fenerbahçe için ve galibiyet tamamen onun golleri ile geldi. Her golünde bir “ilk” payesi alması ne güzel, nice “ilk”lere. Ben de bu blog’un "ilk" yazısını ona yazmıştım, umarım daha çok yazdırır bize, daha çok güldürür bizi.( Al Gözüm Seyreyle Salih)

Maçın başlamasına az kala, Fenerbahçe’ye yönelik tribünlerden gelen küfürleri duyunca bu maçı Fenerbahçe’nin kazanması gerektiğine ve kazanacağına daha da inanmıştım. Üstelik Caner’in oyun içinde alnını yaran attıkları yabancı maddelerle, onların centilmenliğe ve spor ruhuna da yabancı bir madde olduklarının en güzel ispatıydı. Bu arada 6222 nl Sporda Şiddet Ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun vardı ne oldu ona, bu hafta güzel örneklerle dolu, gerçek amacı için kullanılır umarım.

Kendi sahalarında Gs ve Bjk maçlarında rakip takım biletini 50 yapan ama bu maç 75 TL ye çıkaran zihniyetin de Türk futbolundan ayıklanması lazım, bu serbest piyasa futbolda fazla serbest, aynısını Mersin İ.Y. yönetimi de yapmıştı, neyse ki Fenerbahçe her ikisine de yenilgi tattırarak cevabını verdi sahada. Seneye bilet fiyatlarında ciddi damping yaparlar sanırım, zira PTT 1. Ligi bu fiyatları kaldırmaz…

4 Nisan 2013 Perşembe

Zorlu süreç

Fenerbahçe, 31 Mart Pazar günü Kadıköy’de zorlu bir süreci başlattı kendisi için. Ucunda 3 ayrı kupa olan, çok cefa çekilecek ama kazanım elde ederse sefası ömür boyu unutulmayacak bir dönemi yaşıyor ve yaşatıyor.

Bu sezon böylesine maratonları birkaç defa yaşayan takım, her defasında daha da zoruna başlıyor, çünkü 3 kulvarda da finale gidiyor. Pazar günü Akhisar’ı 2-0 ile geçen Fenerbahçe için sırada Lazio ile bir Uefa Çeyrek final maçı var. 21 günde 7 maç yapacak Fenerbahçe, yani 3 günde 1 maç.










Gerçekten çok sıkı geçecek bir dönem, tarihinde en çok maçı oynayacağı sezonu yaşayan Fenerbahçe bu alanda Türkiye rekorunu da elde etmiş olacak.  Akhisar maçı 2012-13 sezonunda oynadığı 50. Resmi maçıydı, şu an kesinleşmiş 7 Lig, 2 Uefa (Çeyrek Final), 2 Ziraat Türkiye Kupası(Yarı Final) maçı daha oynayacak yani 61 resmi maçı garantilemiş durumda.
Eğer Uefa Kupası ve Türkiye Kupasında finale giderse, oynayacağı toplam maç sayısı 65 olacak ki bu sayı, uzun zaman boyunca Türkiye’de kolay kolay geçilemez. Ancak her şeyden öte, bu rakam bir sezonda çok fazla maç sayısı demek. Çoğu milli takım oyuncusu da olan Fenerbahçe futbolcularının bu sayıya ilave olarak bu sezon seçildikleri 6-8 kadar da milli maçı da düşünülürse çok fazla yük taşıdıkları bir gerçek.
Fenerbahçe, Lazio’yu elediği takdirde hiç ara vermeden bu maratonu sürdürecek, çünkü Uefa Yarı Final maçları 25 Nisan ve 2 Mayıs’ta oynanacak, yukarıdaki tablonun hemen bitimine yeni bir süreç daha eklenecek kesintisiz, üstelik henüz yer bulunamamış bir Ziraat Türkiye Kupası Yarı Final maçı da var. Türkiye’de yıllardır bir türlü becerilemeyen Kupa organizasyonu bu sene beceriksizlikte tavan yaptı. Görüldüğü gibi kupada devam eden takım Avrupa’da da devam ediyorsa takvimde boş yer bulunamıyor, neyse Türkiye Kupası konusu detaylı ve uzun bir konu, onu ayrı bir yazıda yazarım.

Fenerbahçe, 3 kulvarda da finali görürse, yukarıdaki tabloya ilave olarak 25 Nisan’dan itibaren oluşacak maç takvimi de aşağıda. (Türkiye Kupası final rövanşı ve finali boş hafta içine yerleştirdim, olursa muhtemelen böyle olur)


Yani 31 Mart'ta Kadıköy'de başlayan, her hafta içi maçı olan 52 günde toplam 16 maçlı bir zorlu süreç.

İnşallah bu takvimi eksiksiz olarak yaşarız, arada Amsterdam, ucunda 3 kupa görürüz.

1 Nisan 2013 Pazartesi

Akhisar kalesi yıkılır gelir

Fenerbahçe, 4 gün sonra oynayacağı Uefa Kupası Çeyrek Final maçından dolayı bir türlü istekli oynayamadığı Akhisar maçında, inci dişli zenci golcülerin ayaklarından gelen 3 puana mutlu oldu. Akıllarda Lazio olmasından dolayı temposu ve coşkusu az, kendini biraz sakınan bir Fenerbahçe vardı sahada. Akhisar'ın küme düşmeme mücadelesi vermesi yani puan kaybına tahammülü olmaması maçı zorlaştıran başka bir faktördü. Tabii hiç biri Fenerbahçe adına sıkıcı ve kısır futbolun bahanesi olmaz ama her maçı final olan, üç kulvarda ilerleyen bir takımın önceliği galibiyettir ve bunu elde ettiği için de tebrik edilmelidir.

Fenerbahçe, kağıt üstünde çift forvet gibi görünse de daha çok 4-4-1-1 olarak başladı maça, Sow ve Webo önlü arkalıydı ileride. Ancak sahada iki forvetin olması çok pozisyon bulunacağı anlamına gelmiyor, çünkü o forvetler beslenemediğinde, geriden destek alınamadığında istenilen pozisyonlar da gelmiyor. Burada hem Kuyt ve Caner'in karşı kaleden uzak kalması ve merkez oyuncuların ileriyi fazla düşünmemesi yüzünden koca bir ilk yarı pozisyonsuz, heyecansız geçti. Ortadaki Cristian ve Meireles'in hücuma katkıları çok çok düşüktü, Emre olmadığında Akhisar gibi daha düşük seviyede bir kadro bile ortasahada istediği gibi top yapabildi. Zaten maç boyu toplamda Fenerbahçe'nin %54 lük topa sahip olma oranı da bunu gösteriyor.  Cristian'ın neredeyse sıfır katkıyla oynadığı, Meireles'in de idare ettiği bir maç için normal bir değer bu aslında.

Fenerbahçe adına sahanın en kötüsü Cristian ile birlikte Caner'di. Cristian için fazla söylenecek bir şey yok, milli maç yorgunu da değildi, neden bu kadar verimsiz anlamak güç, maç seçtiği çok açık. Ama Caner'in durumu farklı, evet milli kadrodaydı ama 2 maçta da oynamadı, yol yorgunluğu dışında bir yorgunluğu yok, yaş olarak da çok rahat kaldırabilir zaten, doğal olarak daha coşkulu daha tempolu oynaması bekleniyor. Oyunda kaldığı sürenin yarısında sol ön, yarısında da ortasahanın ortasında oynadı ancak yerini tutmayan pasları, hücüma destek olamaması ile istenileni veremedi. Özellikle ortasahanın ortasına geçmesi Sow için faydalı olsa da kendisi için kötü bir futbol gecesinin ana faktörüydü. Ancak hiç biri ıslıklanmasını haklı çıkarmıyor elbette. - gerçi bu taraftar, şimdi muhalefet malzemesi yapılan kaptanı Alex'i de ıslıklamıştı - dolayısıyla bu ne ilk ne de son olacak bunlar fakat doğru olmadığı kesin. Eminim Caner de şu maçı izlediğinde kendi kötü futbolunu eleştirecektir. Artık ülkemiz futbol seyircisinin, insan öğütme zihniyetinden vazgeçmesi gerekiyor, futbolcunun özsaygısına ve vicdanına, kenar yönetiminin de adaletine ve otoritesine saygı duyması, o bilince ulaşması, sahip çıkan destekleyen, moral veren kimliğine daha çok bürünmesi gerekiyor. Fenerbahçe taraftarı çubukluyu terleteni baştacı eder ve saygı gösterir (her zaman olmasa da), bunu Caner için de yapmalı ama Caner de karşılığını hem saygı hem de futbol olarak vermeli. Eğer kötü oynadığı halde stadın bir kısmından (hepsinden de değil) tepki alıyorsa eliyle "hadi ordan" yapıp sonra klübedeki su şişesini ceza sahasına göndermeyecek. Bu yeteneğini oyundayken topla gösterecek. Adil ve demokrat bir insan olan Aykut Hoca'nın Caner ile gerekli tasarrufu yapacağına inanıyorum. Taraftarın ise zor maçların yaşandığı bu süreçte hiç bir futbolcusunu kırmadan, incitmeden sadece kazanması gerektiğini düşünüyorum.

Diğer bir sıkıntılı yer de sağ bek pozisyonuydu. Gökhan'ın yokluğunda iki maçtır şans bulan Mehmet Topuz formunu bulamamış henüz, ayrıca güçsüz görünüyordu.Zaten fazla yorulduğundan yerini Orhan'a bıraktı maç içinde. Topuz ileri sadece 2-3 kez çıkıp birinin gol asisti olması, daha fazla ileri çıksa neler olurdu dedirtti. Rakibin zayıflığından defansif eksikliği çok hissedilmese de, hem defans çizgisinden daha ileride kalması hem de kanat çizgisinden daha içte durup ortaya girmesi dikkatlerden kaçmadı. Hoş, Fenerbahçe sağ kanadı kullanamadı diyoruz ama maçın iki golünün de iki ayrı sağ bekin attığı paslarla gelmesi enteresan bir noktaydı. 

Enteresanların en büyüğü ise, içeri giren topun gol olarak değerlendirilmemesiydi. Evet yan hakem ofsaytı kontrol ettiği için o pozisyona yetişemez ve olduğu yerden de göremezdi ancak "Mahir" bir orta hakem golü görebilirdi. Zor bir pozisyondu kabul ancak hakemin işi nedir ? Bu işi yapıyorsa normal insanlardan daha meziyetli olması gerekmez mi, onda insanlık hali, bunda iyi niyetli, şunda ne yapsın denilecekse bu iş hakemlik olmuyor pek, idare etmek oluyor. Bu sene o kadar kötü hakem performansları görüldü, bu pozisyonda olduğu gibi artık masumiyetlerini bile sorguluyoruz maalesef. Yine çizgi kameraları, çipli toplar vs. gibi elektronik çözümler dillendiriliyor ancak ben bu oyunun içine bu kadar teknoloji sokulmasına karşıyım, dışında yeterince endüstri ve teknoloji var zaten, bir de saha içine fazla bulaşmasın. Bence, Uefa Kupası maçlarında olduğu gibi iki tane kale çizgisi hakemi daha faydalı ve oyunun doğasına daha uygun olur.

Herşeye rağmen Fenerbahçe ligde 4 puan fark ile yarışa devam ediyor, son dakikaya kadar da kovalayacak, başlıkta atıfta bulunduğum iç Ege türküsünde dediği gibi:
"kesme ümidini kadir Mevla'dan" ...