30 Mayıs 2013 Perşembe

Kocaman Veda


Biz senin önünde saygıyla eğiliriz hocam.

Ona kaç kere istifa diye bağırdı bu taraftar.  Hatta daha da ileri gitti bir kısmı, 22.12.12 de Saracoğlu'nda Karabük 3. golü atınca şike şike diye bile bağırdılar. Hiç vicdanları bile sızlamadan. Seveninden çok sevmeyeni vardı belki bu camiada. 
O ise bu taraftarın önünde eğilmişti ilk Türkiye Kupasını kazandığında Ankara'da. 

Ne 3 yılda kazandığı 3 kupa, ne Avrupa'da yarı final, ne de bir takım ezber bozan istatistikler. Hepsi önemsiz. 
Fenerbahçe'nin büyüklüğü ne kupa ne şampiyonluk değil başka bir büyüklük değil miydi ? 
Değilmiş.
Kimine göre iyi bir hoca değildi, olabilir, tartışılır.
Kimine göre çok hataları vardı, muhakkak, kimin yok ki.
Kimine göre futboldan bile anlamıyordu, bu kesin, ülkenin hepsi anlıyor çünkü.
Kimine göre Aykut'tu sadece, Kocaman soyadını inatla görmezden gelip küçültmeye çalışan küçük beyinli insanlarca.

Çok iyi bir hocayı kaybetmedik belki ama çok iyi bir Fenerbahçe'li hocayı kaybettik.
Doğru, dürüst, saygın ve saygılı, ne yapıyorsa Fenerbahçe için yapan büyük Fenerbahçeliydi. 
3 Temmuzda kimse yokken O vardı, dimdik ayaktaydı, liderdi.
Tek başına hem takımı hem camiayı ayakta tutan bir Kocaman figürdü.
O kaosta yalpalayan geminin batmasına izin vermeyen kaptandı.
Yeri geldi başkandı, yeri geldi futbol şube sorumlusu, yeri geldi yönetici. 
Hocalığa az zamanı kaldı.
Bir Metris'teydi bir Samandıra'da, bir Adliye'deydi bir maçta.
Her şey yoluna girecekken, tam da "güzel günler göreceğiz" derken Kocaman bir hüzün kapladı içimizi.

Yolu açık olsun, yolumuz açık olsun, o yollar ileride bir kez daha daha uzun süreyle kesişsin.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Sezonun Ardından 2


Fenerbahçe bu sezon ligde sadece 56 gol atabildi, yani maç başına 1,65 gol düşüyor. 3 puanlı sistemdeki son 19 yılın en düşük ikinci sezonu ( 2002-03 sezonu da 55 di). Oysa ki Fenerbahçe'nin ligdeki gol ortalaması 70 'in altında olmazdı. Toplamda oynadığı 64 maçta ise 103 golü var, oran 1,60. 

Skor açısında çok kısır geçen bu sezon için en önemli etkenlerden biri, yıllardır takımın skor yükününün önemli bir kısmını gol ve asistleriyle sırtlayan Alex’in olmayışı bence. Bir takım, 8 yıldır gole en yakın olan, 2 kez gol kralı olmuş ismini, hiç sonrasını düşünmeden bu kadar plansız ve programsız üstelik de sezon ortasında gönderiyorsa bu tabloya pek şaşmamak gerek.

Bir etken de takımın değişen oyun mantalitesi. Yani Aykut Kocaman’ın topun ve oyunun sahibi olma düşüncesiyle uygulattığı pas oyunu. Ayrıca, hem ayrı ayrı olarak futbolcuların hem de takımın koşu mesafesini arttırarak oyunu kontol altında tutma isteği. Daha coşkulu, ileride daha çok basan ve “karşı kale” ye daha yakın oynayan bir takım yerine, daha kontollü, oyunu daha fazla ortasahada oynamak isteyen, önceliği gol yememeye veren bir anlayış bu kabaca. Bu sistem son iki yılda, Uefa’da bir yarı final ve 2 tane Türkiye Kupası getirdi ama ligde pek işe yaramadı, son iki sezonda da 34 maç sonucu 61 puan alındı birinde 56 birinde 61 gol atıldı. Bu aslında bir temel, bu yerleşen kültürün üzerine takımı daha ileride baskılı oynatabilme vardır muhakkak hocanın kafasında.

Diğer bir etken de; Krasiç, Stoch, Sezer, Semih gibi gole yakın olan isimlerin bu sene kötü performans göstermeleri. Bu dört oyuncunun bütün sezon boyunca görev aldıkları resmi maçlardaki toplam skora katkıları 17 (gol + asist) Sağ bek Gökhan Gönül'ün bile gol + asist sayısı 14 iken durum daha da netleşiyor sanırım. Futbolcular oynaya oynaya ritim buluyorlar, özellikle hücumcular için maç kondisyonu çok daha önemli. Ancak Türkiye Kupası dışında bunu yapacak bir ortam yoktu maalesef. Bu sene takım lige iyi başlayamadığından dolayı geride kaldı, o yüzden ligdeki her maçı final gibiydi son 3 haftaya kadar. Avrupa’da ise zaten her maç final gibi oynandı. O yüzden daha hazır ve garanti oyuncularla devam edildi. Devre arası da Webo gibi Emre gibi yine hazır ve bilinen isimlerin tercih edilmesi de bundandı. Ancak hepsine rağmen, yukarıda ismi geçen bu oyuncuların formayı kapması için daha fazla çalışması ve daha fazla ışık vermesi gerekirdi.

Bu sene Fenerbahçe, yukarıda bahsettiğim gibi daha kontollü, oyunu daha fazla orta sahada oynamak isteyen, önceliği gol yememeye veren bir anlayışa sahip ancak rakamlar pek öyle demiyor. 34 lig maçının 20 sinde ilk golü yemek kabul edilir değil. Ligde toplam 39 gol yemek de. Volkan'ın performansının düşük olduğu, hatalı goller yediğini gördük ama asıl sorun rakibe pozisyon vermesi. Özellikle hızlı ve dikine gelen rakiplere karşı zaafiyet yaşanması, kanatlardan çok açık verilmesi, defansın arkasına atılan topların etkili olmasını gözlemledik. Bunlar için ilk önlem ortasaha oyuncuları elbette. Kanat oyuncularının beklerine daha çok yardımcı olması, merkezde oynayan oyuncuların da rakibin hücum organizasyonuna izin vermesi büyük etken. O yüzden devre arası gelen Emre bu açığı bir nebze kapattı ama geldiğinde kalan maçların yarısında da oynayamadı. Meireles doğru transfer değil, Cristian büyük beklentilerde olunacak bir futbolcu değil. Solda Sow oynasa defansif açık oluşuyor, Caner oynasa hücüm etkinliği düşüyor. Tüm bunlara ek olarak defans oyuncularının da çok yeterli olduğunu düşünmüyorum. 


Bu sezon 64 resmi maç üzerinden bazı değerlere bakarsak ;


29 kişilik kadroda revizyon yapılması şart. Çünkü bazı oyunculara çok yük binerken bazılarından hiç verim alınamadı. Kimi isteksiz, kimi faydasızdı. Kimi çok sakatlandı, kimi çok ceza aldı. Hem yabancı sınırlamasını düşünerek, hem de takımı biraz daha gençleştirerek, daha atletik, daha çok koşan, daha hızlı ve dikine oynayan, kazanma ve gol atma yüzdesi daha yüksek bir takıma dönüştürmek lazım. Bundan hareketle bence gelecek sene kadroda olmaması gereken isimler şunlar bence. Tabii ki işin içinde zorlayıcı sözleşmeler var ve kolay değil ama çok fazla zarara girmeden hem takım için hem de bu futbolcular için daha hayırlı olanı vedalaşmak gibi ...

Krasiç : 14'ü ilk onbirde olmak üzere 27 maçta görev almış, toplam 1126 dakika, 1 gol 2 asisti var. Gole yakın bir oyuncu için 7 maçta 1 gole katkı yapmış olması çok çok kötü.
Oynadığı maçların büyük çoğunluğunda güçsüz, dağınık, etkisiz bir görüntü verdi. 28 yaşında ama adeta futbolu unutmuş gibiydi. Geçen sene boyunca yaşadığı sakatlıktan dolayı maç oynamaması yüzünden toparlanmasının uzun süreceğini bekleniyordu ama ligin ilk yarı sonuna doğru hazır olur, en kötü ligin ikinci yarısı diye bekleniyordu. Ona bile razıydı herkes ama olmadı. Bonservisi 7 milyon Euro, yıllık garanti parası 2,3 mio Euro, maç başı da 12,500 bin Euro . yani 9,63 milyon Euro maliyeti oldu şu anda. Kesinlikle bu senenin en kötü oyunucu ve transferiydi, hem maliyeti hem de verimsizliği ile. Gelecek sene iyi olabilir diye bekleyecek lüksü yok Fenerbahçe’nin. Zararın neresinden dönülürse kardır mantığı ile olabilecek en az zarar ile gönderilmeli.

Stoch :  18'i ilk onbirde olmak üzere 32 maçta görev almış, toplam 1761 dakika, sadece 1 asisti var. Yani Krasiçten çok daha kötü, üstelik sakatlığı da yoktu. Pek şans verilmedi de diyemez kimse, 32 maç oldukça yeterliydi rüştünü gösterebilmesi için. Geçen sezon 37 resmi maçta 13 gol 6 asist yaptığı düşünüldüğünde, bu senenin kısa kariyerinin en kötü senesi olduğu çok belli. Bu sezon iyi oynadığı maç sayısı 3'ü geçmez. Alex gittikten sonra sistem değişti yer bulamadı deniliyor, kesinlikle katılmıyorum. Twente‘de parladığında da oynadığı sistem Fenerbahçe’nin sonradan döndüğü 4-3-3 gibiydi. Kaldı ki daha kuvvetli olsa Alex‘ten sonraki sistemin yıldızı olabilirdi sol açıkta. Ama maçlarda  isteksiz, güçsüz ve ürkek göründü. Genelde rakip beke yenildi, omuz omuza da yıldı, tekmeden korktu, geriye pek gelmedi, içeriye pek dönemedi. Hoca aynı, takım aynı iken 23 yaşında bir oyuncu daha fazla üstüne koyup gelişim göstermek yerine dibe vuruyorsa o zaman kadroda tutmanın peki bir anlamı yok. Keşke geçen sezon sonu veya bu devre arası yüksek bonservis ücreti önerilirken satılabilseydi.

Sezer : 3'ü ilk 11 de olmak üzere toplam 11 maçta görev almış ancak Beykan ve Recep’ten sonra en az süre alan futbolcu olmuş 387 dakika ile. Buna rağmen 5 gol 2 asisti var.
Yukarıdaki örneklerden daha efektif olduğu açık. Ancak Sezer yaşadığı 3 Temmuz travması sonrasını bir de uzun sakatlık yaşayınca form tutturamadı.. Yukarıda bahsettiğim gibi çok maç oynamaya ihtiyacı vardı ama takımın böyle bir lüksü yoktu içinde bulunduğu şartlar yüzünden. Yine de bunlar bahane değil ama onu transfer eden Aykut Kocaman’ın neden bu kadar çabuk vazgeçtiğini anlayamadım. Belki antremanlarda isteksizdi, ya da kuvvet ve koşu değerleri düşüktü bilemiyoruz.. Ama, Alex gittikten sonra bu takımda ciddi bir biçimde duran toplarda zaaf gözlendi. Sezer bu açığı kapatabilecek iyi bir isimdi, yeteneki ayaklarını daha fazla koştursa ve biraz daha sert ve presçi olabilse çok önemli bir oyuncu olabilirdi. 18 yaşındaki Salih formayı kapıyorsa kendisi oturup düşünecek. Bence, gönderilmesi her iki taraf için de faydalı olur.

Semih : 9'u ilk 11 de olmak üzere toplam 27 maçta görev almış ancak 973 dakika aldığı süre ile Krasiç’ten bile geride kalmış. 3 gol 3 asisti var.
İkinci yarı kadroya katılan ve formasını kapan Webo’nun 22 maçta 10 gol 3 asisti olduğunu düşürsek eski gol kralına yakışmayan rakamlar. Son iki yıldır isteksiz bir görüntüsü var maçlarda. Etkisiz ve silik kalıyor tek forvet oynatıldığında, muhakkak tek forvet arkası ya da iki forvetten biri olarak oynarsa ve en az 5 maç üstüste bu şekilde oynayabilirse bir ihtimal dikiş tutturabilir ama Fenerbahçe genelde tek forvetli oyunu tercih ettiği için kulübeye mahkum oldu. Artık kaleci hariç, diğer oyuncuların en az 2 mevkide iyi oynayabilenleri tercih ediliyor üst düzey takımlar tarafından. Ya da üstün bir özelliği olması gerekiyor -mesela gol makinesi, çok iyi frikikçi, çok asist yapan vb. gibi- Semih’te hepsinden var ama az, hiç birinde çok iyi değil. Artık genç de değil ve neredeyse tüm kariyeri boyunca onu besleyen Alex de artık yok. Bence hizmetlerinden dolayı teşekkür edip kalan 5-6 futbol yılını değerlendirmesine fırsat verilmeli ve veda edilmeli. Yerine yukarıda bahsettiğim gibi daha meziyetli ya da daha alternatifli bir golcü bulunmalı, mümkünse yerli ve genç.

Orhan Şam : Alper Potuk transferi için Bienvenu ile birlikte Eskişehirspora verildi. Ya da anlaşamazsa başka bir takıma takas veya transfer yoluyla gidecek gibi. GB 'de oynarken fena değildi ama Fenerbahçe'de dikiş tutturamadı, şans bulduğunda pek değerlendiremedi. Özellikle antramnda 18 yaşındaki Beykan ile kavgası oldukça gözümden düşürdü. Bence Fenerbahçe seviyesinde bir futbolcu değil, gitmesi isabetli karar.

Serdar Kesimal :  Fenerbahçe'de ilk 11 oynayacak kapasitede değil, ilk 18 i de zorlayamıyor. Artık stoperlerde daha fazla özellik olması gerekiyor, topu oyuna sokabilen, oyun kurabilen, "karşı kale"  de duran toplarda etkili stoperler revaçta, aynı zamanda hızlı,  markajcı, kuvvetli olması ve ikinci bir pozisyonda (defansif ön libero veya bek) oynayabilmesi gerekiyor büyük takım stoperlerinin. Maalesef Serdar'da bu özellikler pek yok, bu haliyle kadroda yer bulması zor ama yaşı genç olduğu için oyuncu havuzundan çıkarılmamalı, dişli bir Anadolu takımına kiralık verilerek takip edilebilir. Kuvvet, hız ve topla oynama becerilerini yükseltebilirse ileride düşünülebilir.

Yobo : Sezgileri ve tecrübesi ile götürüyor ama artık yaşı onu frenliyor. Bazı maçlarda biraz kaçak güreşiyor, hızı ve mücadelesi de düşük. Artık Fenerbahçe'yi kaldırabilecek bir oyuncu değil. Onunla da yollar ayrılmalı, yukarıda Serdar için yazdığım gibi daha özellikli, kuvvetli, fizikli, hızlı bir etkili yabancı stoper bulmak şart. 

Raul Meireles: , 10 milyon Euro bonservis verilerek alınan, yıllık 3 Mio Euro garanti para ve maç başına 10 bin Euro alan Raul Meireles, bu sene sakatlık veya ceza sebebi ile 18 resmi maçta (9 lig, 5 avrupa, 4 kupa) yer almadı. 33 maçta görev aldı, 3 gol 2 asisti var. Emre Belözoğlu'nun 12 maçta 2 gol 3 asisti, ondan çok daha defansif oynayan Mehmet Topal'ın 51 maç oynamışlığı var (4 gol 3 asist). Şampiyonlar liginden elenmenin oluşturduğu negatif ortamı değiştirmek için eylül ayında alelacele yapılan bu transfer ödenen büyük paraların çok çok altında kaldı. Bence Krasiçle birlikte sezonun en kötü transferiydi, oynadığı iyi maç sayısı en fazla 5'tir. Genelde vasat ve idare edici oynadı. Hala piyasası varken gönderilmesinden yanayım.

Ziegler: Zaten gitti. Devre arasında, sezon sonuna kadar kiralık anlaşılmıştı, süresi bitti ve ayrıldı. Bence bu seneki yanlış transfer politikalarından ve kötü kadro planlamasının bir sonucuydu. Reto, Fenerbahçe'de sol bek oynayacak bir futbolcu değil. Fenerbahçe sol beke direk oynayabilecek bir Gökhan Gönül bulmalı.

Diğer futbolculara da bakarsak ; 

Kaleciler : 
Volkan 46 maç oynadı bu sezon. 17 maçta kalesini gole kapatırken kalan maçlarda toplam 44 gol yedi. İlk yarı sonları ve ikinci yarı başlarında formsuzdu, hatalı goller yedi. Hoca o devre biraz daha Mert'e şans tanıyabilirdi. Çok yürekli ama bir o kadar da agresif, son Gs derbisinde kırmızı kartı ve kavgası ona pek yakışmadı ( karşısındakiler ne kadar tahrikçi olsalar da)
Mert 14 resmi maçın 5 'ini gol yemeden tamamladı kalan maçlarda 18 gol gördü kalesinde. Bence kalede güven veriyor, bu sene daha çok maç oynamasını ve  Volkan'ı zorlamasını bekliyorum. 
Serkan : 5 tane Türkiye Kupası maçı oynadı, 4 ünde gol yemedi, birinde 3 gol yedi. Bence oynayabileceği bir takıma verilerek vedalaşılmalı ve yerine Kayserispor'da kiralık oynayan Ertuğrul Taşkıran (23) - 9'u gol yemeden 31 maçta 42 gol yemiş - ile devam edilmeli. 4. kaleci Erten de tecrübe kazanacağı bir takıma 1-2 yıl kiralık verilebilir.

Gökhan Gönül : Onun dışında defansta yüksek performansta bir oyuncu yok. 4 gol 10 asistle çok iyi bir sezon geçirdi. Gökhan gerçekten çok üst düzey bir oyuncu, ligimizde mevkiinin en iyisi, Avrupa'da sayılı oyunculardan bu alanda. Bence üt düzey bir ligde büyük bir takımda oynayabilecek kapasitede. Benfica maçındaki kanlar içinde yere yığılışı hala akıllarda, final oynamayı kaybettik ama Gökhan'ı kaybetmedik.

Bekir :  Çok iyi oynadığı maçlar da oldu ama büyük düşüş gösterdiği maçlar da. Standartın üstünde bir çizgi tutturup sürdüremiyor. Sağ bek performansı zayıf, sadece sağ stoper oynayabiliyor. İlk 11 için yeterli değil bence.
  
Egemen : Sol ayaklı stoper bulmak kolay değil, üstelik adam adama da iyi ve "karşı kale" ye önünde de etkili (2 gol 2 asisti var bu sene) Kadrodaki yerli stoperler içinde en iyisi ama yetmez. 
Fenerbahçe'nin büyük hedefleri varsa daha iyi stoperleri olmalı.

Hasan Ali : Ziegler'den daha iyi bir sol bek bu net. Ama oyunun her iki yönünde de kendini daha fazla geliştirmesi ve daha kuvvetli olması şart, bu şekilde formayı kapabilir ama şu haliyle büyük maçlarda ilk 11 oynayamaz. Yine de kadroda tutulmalı.

Emre : Ligin ilk yarısında eksikliği hissedildi, açığı kapatılamadı. O yüzden tekrar geri getirildi, ortasahayı toparladı. Ama sadece 12 maç oynayabildi, çoğunda da oldukça faydalı oldu. Sakatlık sorununu atlatabilirse iki yıl daha rahat oynar.

Cristian : Takımın en çok maç oynayan oyuncusu oldu. Alex 'in gidişi ile  daha kaleye yakın oynadı. O da 11 gol 10 asistle süsledi bu sezonu. İyi bir sezon geçirse de sahadaki  isteksiz ve vurdumduymaz görüntüsü, bir maç iyi bir maç kötü performansı can sıkıyor. Alper'in alındığı hesaba katıldığında, iyi bir teklif gelir ve yerine daha sert bir orta saha bulunursa gönderilebilir. Yoksa gelecek sezon bu kadar çok maç oynamayacağı açık. 

Caner :  4 gol 10 asisti var, ileride oynayan bir oyuncu için gol sayısının daha yüksek olması gerekir ama esas sorunu çok kart görmesi. Takımın en hırçını. Saatli bomba gibi kart riski var sürekli, hakemlerle ve rakiple çok didişiyor, ciddi bir şekilde uyarılması ve daha olgun davranması lazım.

Salih : Bu senenin geleceğe yapılmış en büyük yatırımı. Hoca onu gözü gibi sakındı. Çok yük bindirmedi, kenarda unutmadı, yavaş yavaş yakmadan pişirdi. Ordu deplasmanında attığı harika gol, V. Plzen attığı karşı attığı ilk Avrupa golü unutulmazdı bence. 15 gün sonra başlayacak U20 Dünya Kupasında Milli Takım adına da önemli işler yapıp daha da tecrübe kazanır ve seneye en az 25 resmi maçta direk oynar diye tahmin ediyorum. Çok büyük beklentim var ondan. Bu blogun ilk yazısını da ona yazmıştım, burada

Mehmet Topal : Sezonun iyi transferlerden biri bence. 51 maçta görev aldı, sakatlık ve ceza problemi çok yaşamadı, onun olmadığı maçların çoğunu kaybetti Fenerbahçe. Tek önlibero veya çift merkez ortasaha oynayabilmesi, fiziği ve Avrupa tecrübesi avantajları. 

Mehmet Topuz : 1 gol 9 asistlik performansı oldu bu sezon, gol sayısı daha yüksek olmalıydı. Onun yerine bir genç oyuncu ile devam edilmesini tercih ederdim ama sözleşme yenilendiği için kadroda devam edecek, sağ iç ve sağ bek oyununu geliştirebilirse iyi bir joker olacaktır.

Selçuk : taraftarın en sevmediği adam tartışmasız. Yurdum insanı yüklenmeyi makara yapmayı pek sever böyle sesi çıkmayan sadece işini yapan tribüne oynamayı beceremeyen adamlarla. Hele bir de yabancı değil bir de kara kuru kavruksa ... Bence çok iyi profesyonel, elinden geldiğinin en iyisini yapıyor. Her gelen T.D. onu oynattığına göre taraftar kadar çok bilmiyorlar futbolu. Yerine genç ve yetenekli bir yerli oyuncu bulunursa veda edilmeli bence ama onla da M. Topuz gibi sözleşme yenilendi. Derin ve çok seçenekli kadro içinde olabilir ( benfica  yarı final maçına selçuk,cristian,salih'li üçlüye mecbur kalındığı, selçuk sakatlandıktan sonra orta alan çok açık verdiği unutulmamalı )

Sow : inci dişli zenci yoldaşımız harika bir sezon geçirdi. Takımın en değerli oyuncusu bence. Webo geldikten sonra performansı yükseldi, hoca daha çok solda düşündü onu ama bu da takımı defansif anlamda zayıflattı. Bence iki kuvvetli kanat ve sağlam bir orta üçlü ile "karşı kale" ye yakın oynaması çok daha verimli olur. Ya da çift forvetten biri olarak oynarsa da. Çok yüksek bonservis bedeli ile teklif almadığı sürece takımda tutulmalı ama bu performansı ile büyük Avrupa takımları alırlar bence.

Kuyt : Çok iyi bir sezon geçirdi, en çok süre alan oyuncu oldu, 17 gol 15 asist ile skora en çok katkısı olandı aynı zamanda. Çoğu ortası yerini bulmasa da, attığı pasların bir çoğu rakipten dönse de, birebir de adam geçmekte zorlansa da bunları kaleden uzak ve çok fazla süre almasına bağlıyorum. Senenin en iyi transferiydi yine de. Gelecek sezon daha alternatifli kadro ile kaleye daha yakın oynayarak ve biraz da kenarda dinlenerek bir sene daha verimli olabilir.

Webo : Devre arası gelip çok iyi işler yapsa da Fenerbahçe'nin direk oynayacak oyuncusu değil. İyi bir profesyonel olduğu için yedek olarak bir sezon daha kalabilir, bu şekilde ilerleyen yaşını tolore edebilir ve daha ekonomik ve etkili olabilir.

Recep ve Beykan ise takımın en az süre alan oyuncuları oldular.
95 doğumlu bu iki Ege'li gençler, ilk resmi gollerini Türkiye Kupasında attılar. Her ikisi de çubuklunun ileride çok şey beklediği isimler. Bu sene de kadroda tutulmaları gerektiğini ve özel antranör eşliğinde hem kuvvet hem de beceri antramanları yapmalarını daha sağlıklı buluyorum. Salih gibi formayı zorla almalarını bekliyorum. Seneye her ikisi de en az 15 maçta süre almalılar. 

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Sezonun Ardından

İyisi kötüsüyle, 64 maçlık serisiyle, çok yoğun ve yorucu bir sezon bitti...

Bir sezonda en çok maç oynayan Türk takımı olan Fenerbahçe (daha önceki rekor 58 maç ile Gs'ye aitti) aynı zamanda bu sezon Avrupa takımları arasında, Chelsea (69) den sonra en çok maç yapan ikinci takım oldu.

Tarihinde ilk defa Avrupa'da yarı final oynayan ve 49 yıllık Türkiye Kupası tarihinde bu kupaya sadece 4 kez sahip olabilmişken, son iki yılda üst üste kupa alan takıma başarısız demek zor. 

Ama işin bir de Lig tarafı var. 
Şampiyonluğu Galatasaray'a 2 yıldır üst üste kaybetmeye de başarısızlık denilebilir pekala. Elbetteki bu sezon 3 kulvarda sadece bir maç hariç sonuna kadar ilerleme sebebiyle oluşan yoğun maç trafiği ligi oldukça etkiledi. Futbolcular hem zihinsel hem bedensel olarak oldukça yorgunlardı sonlara doğru. Bundan kaynaklı sakatlıklar da etkiledi. Üç kulvarın üçünde de, ya da ikisinde bile mutlu sona ulaşmak gerçekten kolay değil. Bu sene Avrupa'da bunu sanırım bir tek Bayern Münih yapabildi, hem lig, hem Şampiyonlar ligi şampiyonu oldular, Almanya Kupasında final oynayacaklar (1 Haziran) muhtemelen onu da alırlar, zaten bu sene rüya gibi bir sezon yaşıyorlar. Ama onun dışında bakarsak, Şampiyonlar Ligi finali oynayan B. Dortmund, ligde 25 puan fark yiyerek ikinci oldu, kupada yok. Şampiyonlar Ligi'ne yarı finalde veda edenlerden Barcelona, kendi liginde şampiyonlukla yetinirken, diğer yarı finalist Real Madrid üç kulvarda eli boş kaldı. Uefa'yı alan Chelsea ligi 3. kaparken FA Cup 'a yarı finalde veda etti. Premier Lig şampiyonu ManU ise, hem Şampiyonlar Ligi hem de FA Cup'a erken veda etti. İtalya şampiyonu Juventus, İtalya kupasına yarı finalde, şampiyonlar ligine çeyrek finalde veda ederken, Fenerbahçe'ye Uefa'da çeyrek finalde elenen Lazio İtalya Kupasını aldı ama ligi de 7. tamamladı. Fenerbahçe'yi eleyen Benfica ise en büyük hüsranı yaşayan takımdı bu sene Avrupa takımları içinde. Uefa kupasını ve Portekiz Kupasını finalde, ligi ise son 3 haftaya 4 puan önde girmişken 1 puan farkla kaybederek üçte sıfır çekti. 

Tabii ki bu örnekler, 34 maçlık ligde toplanan 61 puanın bahanesi ve örtüsü değil. Çünkü bu ligde sadece 18 maç kazanabilme, atılan 56 gol ve +17 averaj, alınan 9 mağlubiyet Fenerbahçe'ye yakışmıyor. Bu tablo ile şampiyonluk beklemek hayal olduğu gibi, ikincilik de dişli rakipler olmadığından şans oldu. Fenerbahçe'nin bu sene oynadığı 64 maçın tablosuna bakarsak (Türkiye Kupası finali ve süper kupa finali dış saha sayılmıştır) Türkiye Kupası ve Avrupa kupalarında başarılı tablo göze çarparken Lig puan tablosu sevimsiz duruyor.



Ligde deplasmanda alınan 6 mağlubiyet ve 5 beraberlik çok vahim ama bence Saracoğlu'nda alınan 3 mağlubiyet (Karabük, Antalya, Sivas) de oldukça vahimdi. Sarı kanarya, bu kadar kötü performans yaşadığı ligde bile, bu üç mağlubiyet yerine galibiyet alsaydı  33. hafta Gs'yi yendiğinde 2 puan öne geçerek lider olabilirdi. Olsaydı yapsaydı ile olmuyor elbet ama eğer, Fenerbahçe'nin Ligi tekrar domine etmek istiyorsa, buna Kadıköy'den başlamalıdır. "Burası Kadıköy buradan çıkış yok"  şiarı yeniden yerleştiğinde, bir kaç adım daha şampiyonluğa yakın olunacaktır. Sonrası ise deplasman karnesini düzeltmek olacaktır.

Fenerbahçe, 34 maçın 20 sinde ilk golü yiyen taraf. Bu ciddi bir defo ve aynı zamanda bu kötü lig performansını da ortaya koyan önemli bir done. Sürekli eleştirdiğimiz oyunu ve rakibi kontrol altına alamama ve baskın oynamamanın göstergesi.  
Bu 20 kez yenik durumda düştüğü maçların sadece 8 ini galibiyetle tamamlamış (6 sı  Kadıköy'deki maçlarda) 5 tanesini de beraberlikle tamamlamış. İlk golü attığı 12 maçta ise 10 galibiyet almış

Son 19 yıla,yani 3 puanlı sisteme geçilen 1994-95 sezonundan itibaren bugüne kadarki Fenerbahçe'nin lig performansına bakarsak ortalama puanın 71,4 , ortalama atılan golün 71 yenilen golün ise 33 olduğunu görüyoruz. Detaylı tablo aşağıdadır:



Yani bu sezon;
2002-2003 sezonundan sonraki en kötü puan 3. kez tekrarlanmış.
2002-2003 sezonundan sonraki en az gol atılan sezon olmuş.
1999-2000 ve 2002-2003 sezonundan sonraki en kötü averaj oluşmuş.
1999-2000 ve 2002-2003 sezonu ile birlikte en çok mağlubiyet tekrarlanmış.

Yukarıda söylediğimizi tekrar edelim,  takım lig dışında 30 maç daha yapmış yani bir sezonda iki lig oynamış gibi neredeyse. Şampiyonluğu kaybetmeyi buna bağlamak kabul edilebilir ama 34 lig maçında 9 yenilgi + 7 beraberlik ile toplanan 61 puan, son  zamanların en az gol atan takımı olmasını kabul etmek zor.

Sezon başında hedefi net belirleyememe, ağustos ve eylülde futbolcu alma, ekimde kaptanını gönderme ile kadro planlamadan bihaber sistemsizliğin göstergesidir. Başlangıç öyle olunca finalden çok fazla bir şey beklemek abes oluyor. Bu seneden çıkarılacak çok ders var, umarım gerekenler yapılır...

23 Mayıs 2013 Perşembe

Bir Kupadan Daha Fazlası

Geçen sene 29 yıllık kupasızlık serisinin bitmesi ile ülke “geyik” gündeminde önemini yitiren Türkiye Kupası, bu sene de yine Fenerbahçe’nin kazanmasıyla iyice gözden düştü, artık başka bir takım kazanıncaya kadar önemsiz bir kupa olarak kalacak onlara göre.


Ama bize göre öyle değil, 64 maç oynadığımız bu sezonda mücadelenin, sahaya koyulan yüreğin, verilen emeğin, dökülen terin, çekilen cefaların, alınan cezaların, tüm yaşanılanların simgesi oldu.
Yani bir kupadan daha fazlasıydı.
Burak Yıldırım’a ithaf olundu…
Rahat uyu kardeşim, senin içindi...


Ziraat Türkiye Kupasında 11 maç oynayan Fenerbahçe, 7 galibiyet 3 beraberlik 1 mağlubiyet aldı. 20 gol attı, 7 gol yedi.(Penaltılara giden Eskişehir maçında atılan penaltı golleri hariç) En çok golü Sezer ve Cristian 3’er golle attılar.  Recep ve Beykan çubuklu forma ile ilk resmi gollerini bu turnuvada attılar yine.

Yarı finale kadar yedek oyuncularla ilerleyen takım , Eskişehir engelini aşarken yaptığı gibi finalde de Trabzonspor karşısında cezalı ve sakatlar hariç ideal 11’i ile mücadele etti. Fenerbahçe'li futbolcularda hem zihinsel hem bedensel yorgunluk fark ediliyordu. Ancak bütün sezon onca maç oynayıp 3 kulvarda ilerleyip sıfır kupa da yakışmazdı çubukluya. Rakibine göre yorgun ama daha istekliydi. 2 ciddi pozisyon verdi ama daha önemli pozisyonlar buldu, daha üstün oynadı, sonuna kadar galibiyeti hak etti. 
“Karşı Kale” deki Tolga’nın iyi performansı olmasa farklı bir galibiyet gelebilirdi hatta. Bu arada Tolga’nın maç sonuna doğru Fenerbahçe’li futbolculara karşı saldırgan tavırları ve maç bitimi hareketleri, demeçleri iyi oyununun önüne geçti ve sportmenliğe gölge düşürdü. Yine de bir Zokora değil ! 
Bu kadar düşmanca tavırlarla sporun ruhuna aykırı hareket eden, bu kadar kötü niyetli bir futbolcu az bulunur sanırım, var olanlar da medeni ülkelerde gereken cezaları alır herhalde. Amma Emre’ye attığı kasti tekmeyi görmezden gelip oyunda tutan hakem de az bulunur. "Lan" diye hitap edilen bu hakem, görerek yanlış karar verip duymayıp uydurarak oyundan attığı Caner olayını hatırlayınca, Zokora’yı o tekmesinden dolayı oyundan atamayanın mesleğine ayıptır, aldığı paraya yazıktır. Her ikisine de yazıklar olsun.

Ve Aykut Kocaman...



Bu kupa başarısının mimarı O ...  

Fenerbahçe için turnuva takımı olabilmek, grup ve eleme maçları oynayarak ilerlemek, finallere çıkmak  pek kolay ve alışılmış değildi. Nitekim 51 kez oynanan Türkiye Kupasında 15 kez final oynayıp 6 kez kazanan – 2 sini de son iki sezon kazanan- , Avrupa Kupalarında sadece bir kere Yarı Final oynayan - onu da bu sene oynayan - bir takımdan bahsediyoruz. Bu kötü tabloyu farklı bir zihniyete evirerek, yeni bir kupa-turnuva-eleme kültürü oturtmaya çalışan hoca, 3 sezonda 1 lig, 2 kupa olmak üzere 3 şampiyonluk alması ve  Avrupa’nın 2. Kupasında son 4 e kalarak ilk defa Mayıs ayını görmesi başarıdır. 

Fakat Fenerbahçeli için bunlar yeterli değildir elbette, artık iki yıldır şampiyon olunamayan Lig’e ağırlık vermek, paralelinde Avrupa’da ilerlemek hedeflenmelidir. Bu arada önce 11 Ağustos’ta, geçen sezondan kalan küçük bir hesabı kapatmak ve Süper kupayı alarak bu mücadeleye başlamak güzel olur...

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Burak Yıldırım için ...

Kadıköy'deki son maçtı Gs derbisi. 14 yıllık bu çile, bitmeyecekti bu sene de. Yine kazanamayacaklardı biliyorduk. Nitekim öyle de oldu. Kaybettiler. Ama biz de Burak'ımızı kaybettik.
Bu yazıyı geç yazma sebebim de bundan.
İçimden yazmak gelmedi.
Galibiyete, futbola, sportmenliğe, insanlığa kara leke sürdü 19 yaşındaki gencin göğsüne saplanan kanlı bıçak...
Hangi galibiyet, hangi kupa, hangi şampiyonluk bir "can" a değer ki ? Anneler gününde Burak'ın annesine evlat acısı veren bu kirli düzene lanet olsun. Burak'ı öldüren bıçak sadece katilin elinde değildi, o bıçağın sapından medya, ülke ve spor yöneticileri, tribün grupları dahil bir çok sorumlu olması gereken sorumsuzlar da tutuyordu. 
Artık ne desek boş.

Nesini söyleyim canım efendim 
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal etsem de deftere sığmaz 
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim

Aşık Serdari 

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Başını öne eğme, aldırma Fener


Bitmesin dediğimiz rüya bitti 
Ama sadece bu sezon için.
Çünkü ne ömür bitti ne de mücadele. 
Gelecek sezon ve sezonlarda üstüne koya koya, vura vura, kıra kıra çıkacak bu basamakları Fenerbahçe.

106 yaşına gelen futbol takımı ilk defa Avrupada yarı final oynadı. Bir sezonda en çok Avrupa maçı oynayan ve toplamda en fazla maç yapan Türk takımı oldu. Elinden ve ayağından gelenin en iyisini yaptılar son maçta. 3 önemli eksik futbolcuya 2 tane de maç içinde sakat eklenmesi - bunlardan Gökhan'ın durumunun duygusal yönden çok etkileyici olması - ilk maçta yaşanan  şanssızlıkların ikinci maçta da devamıydı.
17 yabancılı, daha derin ve kaliteli oyunculara sahip rakip; son 4 yılda 1 Şampiyonlar Ligi çeyrek final, 1 Uefa çeyrek final, 1 Uefa yarı finallik serisine bu yıl da Uefa finali ekledi. Tecrübe olarak da daha üst seviyede olan, bu tip maçları iyi oynayan bir rakipti Benfica.
Yine de olabilirdi, sadece 1 gole bakıyordu herşey. Ama futbol işte, maç öncesi başlayan kırılmalar maç sonuna kadar süreklilik arz ediyor ve ibre bir tarafa daha da yakın oluyor. 

Finale çıkamadık diye üzüldük ama yarı final oynadık, gururluyuz. 
Artık bundan sonra sövüp sayma değil, üzülüp karalar bağlama zamanı hiç değil. Daha yüksekleri hayal etmek, hedefler belirlemek ve bu bunların gerçekleşmesi için planları yapmak gerek. Ama unutulmasın ki bu sezon daha bitmedi, daha yenilecek bir gs, alınacak da bir kupa var.

Ne diyorduk ?
Çok yakında güneşli günler.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Zafere Uçuş


Saracoğlu'nda bir Uefa Yarı Final maçı izlettiren ve bunu galibiyetle süsleyen Fenerbahçe takımına ve tüm unsurlarına  sonsuz teşekkürler. Fenerbahçe, simgesi kartal olan Lazio'dan sonra başka bir Avrupa kartalına da Kadıköy'den çıkış olmadığını gösterdi. 

Fenerbahçe adına çeşitli ilklere sahne olan bu Avrupai gecede, tam bir kupa eleme maçı bilinciyle oynayan çubuklular, maçın iki ayaklı olduğu hiç unutmadan, sahasındaki ilk maçta gol yemeden kazanmayı kurgulamıştı. İlk 10 dakikada rakip daha iyi gözükse de, sonrasında Fenerbahçe oyunu kontrolü altına aldı ve maçın sonuna kadar da pozisyon vermeden pozisyonla bularak çok baskın oynadı. Tribünden büyük desteğimizi arkasına alarak rakibe çok net pozisyon vermediği gibi, mücadele ve fizik gücü ile daha üstün taraftı. Adeta rakibi bunalttı, kaçan penaltı ve iki direkten dönen top olmasa, rövanş için Lizbon'a turistik amaçla gidiliyor olabilirdi. 

Cristian'ın atamadığı penaltı sonrası, takımın ona koşarak destek vermesi gerçek bir "takım" oluştuğunu gösteriyordu ve bu takımdaşlık da bir Uefa yarı final galibiyetine imza attı. Galibiyetin mimarı Aykut Kocaman ve ekibi, emekçileri de sahada formasını terleten çubuklulardı. Müsabakada görev olan tüm oyuncularımız iyi konsantre olmuş ve isteklilerdi ama Kuyt, Gökhan ve Egemen daha da parladılar. Bu blogda sık sık performansını eleştirdiğim Kuyt; bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini bu sefer isabetli pasları, adam eksilten çalımları, kaleye yakın oynayarak yarattığı tehlikeler ile süsledi. İlk yarı Sow'a yaptığı asist ile ikinci yarı kendi vuruşu direkten döndü. Sanırım, kendi ülkesinde oynanacak finali en çok isteyenlerin başında geliyor. Gökhan, defansif görevlerini iyi yaparak karşısında oynayan Ola John'a (bu sene 39 maçta 4 gol, 9 asist) fırsat vermediği gibi, onu peşine takıp ilk yarı sonunda kazandırdığı penaltı ile ona sarı kart aldırdı. İleriye sık çıkışları ve bindirmeleri eski Gökhan'ı anımsattı, rakibin dengesini oldukça sararak "bozalım oyunlarını" dedi. Egemen ise birebir oynadığı Cardozo'ya (bu sene, 40 maçta 29 gol, 6 asist) nefes aldırmadı, kusursuz oynadı nerdeyse.  Ve "karşı kale" önlerindeki gol arama macerasında, Limasol maçındaki gibi zafere ulaştı. "Fly high to glory" pankartı, meğerse Egemen'in gol için yaptığı yüksek uçuşun haberini veriyormuş bize önceden. Diğer futbolcuların da eksiği yoktu neredeyse, Meireles ve Sow oldukça üst düzey onadılar, Yobo ve Mehmet Topal defansif sağlamcı oyunlarında, Webo da ilerideki diri oyunu ile başarılıydılar. Salih ise, takımın gol uğuru olma yönünde emin adımlarla ilerliyor. Uğurböceği gibi maçın içine konduğunda, Fenerbahçe gol buluyor. 
Maç oynanmadan önce tur atlama için şanslar eşitti (hatta Fenerbahçeli olmayanlara göre şansımız çok düşüktü). Şimdi ise terazide Fenerbahçe daha ağır basıyor. Rövanş maçında, tek farklı gollü mağlubiyet ile birlikte galibiyet ve beraberlik sonuçlarının işimize yarayacak olması önemli bir avantaj. Ancak temkinli ve kontrollü olmakta fayda var, çünkü Kadıköy'de varlık gösteremeseler de rakip bizi daha iyi tanıdı, kendi sahasında daha agresif ve coşkulu oynayacak, silahlarını daha etkin kullanacaklar. Avantajı kenara koyup bu maça gol atmak ve "Fenerbahçe yenilmez" şiarıyla çıkmak final kapısını açacaktır. Bu konuda Aykut Kocaman ve teknik ekibe güvenim tam, ilk maçta rakibi çok iyi analiz ettiklerini ve takımı çok iyi hazırladıklarını gösterdiler, ayrıca bu sene oynanan tüm Uefa deplasman maçlarındaki yenilmezlik de önemli bir tecrübe. Lizbon'daki Işık (Luz) stadındaki mücadelede, Fenerbahçe için umut ışığı daha parlak ...

Fenerbahçe kimi yendi ?


Sürekli Fenerbahçe'nin oynadığı rakipleri küçültme, "köy takımı" yaftasını yapıştırma çabasında olanlar yine başlayacaklar bu ucuz ve kirli yayınlarına. Rakibi büyütmeden de küçültmeden de verileri ortaya koyalım.
  • Market değeri yaklaşık 190 milyon Euro olan bir takım. Yani futbolcularının ederi Fenerbahçe'den yaklaşık %30 daha yüksek parasal değer ifade ediyor.
  • Bu yıl Uefa maçlarında yenilgisi olmayan, 6 aydır, yani 38 resmi maçtır yenilmeyen bir takım
  • 2009-10 sezonunda göreve gelen hocaları Jorge Jesus yönetiminde, Portekiz Liginde 1 kez şampiyon 2 kez 2.ci olmuş, bu yıl da bitimine 4 hafta kalan Portekiz liginde 4 puanla namağlup lider. J. Jesus döneminde Portekiz Kupasını ve Süper Kupasını alamamışlar ama lig kupasını da üç yıl üstüste kazanmışlar ( Uefa'nın Avrupa Ligler sıralamasına göre Portekiz ligi, Fransa Ligi ile 5. cilik mücadelesi veriyor, 2012 itibariyle de 5.ciler. Türkiye Süper Ligi ise 2012 de ilk 10 a girebildi, 10.cu durumda)
  • 2009-10 sezonundan bugüne kadar 26 Şampiyonlar Ligi, 28 Uefa Ligi mücadelesine çıkmışlar, 2009-10 Uefa Çeyrek Final, 2010-11 de Uefa Yarı Final, 2011-12 Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finalini oynamışlar. 

21 Nisan 2013 Pazar

Uzak İhtimal


Fenerbahçe, lig şampiyonluğu umutlarını Ankara 19 Mayıs Stadı'nın çimlerine gömdü. 3 ayaklı koşunun bir ayağında havlu atıldı. Beraberliğe bile tahammülü olmayan bu puan tablosunun içinde olmak, bu yenilgiyi hiç kaldıramaz. Ligin ilk yarısında ve ikinci yarının başında tüketilen kredilerdi takımı bugün zora sokan, artık kısa vadesi kalan lig için şampiyonluk çok uzak ihtimal.

Ama hayat devam ediyor, alınacak 2 kupa var, onları yarı finalinde olunduğu gerçeği var, o yüzden yılmadan mücadeleye devam. Perşembe günü tarihindeki en büyük maçlardan birine çıkacak Sarı Kanaryalar. Zaten bu akşam oynanan Gençlerbirliği maçındaki en büyük eksiklik olan konsantrasyon, perşembe akşamına saklanmış olsa gerek. 3 ayrı yolda ilerleyebilmek için 3 günde bir maç yapmak hiç kolay değil işte. Yine de bu maç sahadaki oyunculardan sadece Caner'in 4 gün önceki Eskişehir kupa maçında ilk 11 başladığını, Webo, Cristian ve M. Topuz'un da o maç son 20 dakika görev aldıklarını hatırlarsa, bu akşam sahadaki oyuncular için yorgunluk bahanesi yoktu.

Son 10 resmi maçtır kaybetmeyen takım, en son Beşiktaş karşısında yenilmişti. Tuhaftır o maçta da bu maç olduğu gibi iyi oynamaya çalışmıştı. O maçta da bu maçtaki gibi yumuşak bir orta saha vardı. Rakibe baskı yapamayan, rahat top yapmalarına izin veren, oynatmamaktan ziyade oynamaya çalışan bir düşünce vardı. Galibiyet getirmeyen o oyundan sonra, 4 Avrupa, 5 Lig, 1 Türkiye Kupası maçı olan yenilgisiz 10 maçlık seri geldi. Ligde Ordu-Antalya gibi deplasmanlarda, Bursa-Eskişehir gibi zor takımlarla oynadı, çoğunun ortak noktası vardı, "taraftara göre" sıkıcı futboldu. Yani, 0-0 'ı cebe koyan, oyunu ve topu sürekli kontrol eden, rakibi durduran, maçtan düşmeyen ayakta kalan takım olgusu. Sarı kanarya işte bunu sahaya yansıtamadı, kendi ezberini bozdu ve kontrolden çıktı. Daha "oyun oynama" isteği olan bir kadro ile çıktı maça ama olmadı. Hem iyi oynamak hem de kazanmak kolay değil, hele ki kupalara ilerlerken. Bunu becerebilen takım sayısı Avrupa'da bile çok değil. Gerçi bu oyun tarzı için çok da suçlayamayız; ligin 2. yarısı devreye giren sistemi işletenlerden Emre'nin ve Sow'un sakatlıkları bir noktaya kadar iyi idare edilmişti, bu maç üstesinden gelinemedi. Takımın can alıcı gücü, Sow-Webo-Kuyt üçlüsünden üçü de iyi değildi bu maç. Orta sahanın ortasında M.Topal ya da Selçuk gibi daha defansif bir orta saha tercih edilmediğinden, bu maç Cristian - Meireles ikilisi o defansif sertliği gösteremedi. Salih de savunmada neredeyse hiç yoktu, kendisinden beklenen oyunun her iki yönünü de oynayabilen modern orta saha oyuncusu görüntüsünden uzaktı, "karşı kale" önlerinde bir iki şık hareket yaptıysa da, hatalı şut ve pas tercihleri yaptı. Bu orta üçlünün etkisizliği, bu maçın kaybedilmesinin temel etkenlerden biriydi.

Fenerbahçe adına bu maçta iyi bir isim yoktu, ama kötülerin içinde en kötüsü ayaklardaki kramponlardı herhalde. Uzun zamandır bu kadar çok ve sık düşen futbolcular topluluğu olmamıştı sanırım bu takımda. Koskoca Fenerbahçe'de, 19 Mayıs Stadı'nın çiminin özelliğini, ıslakken nasıl olduğunu, bu durumda ne tip krampon seçileceğini iyi bilen birileri olmalı her halde. Futbolcuları ise kramponlarından ayrı düşünürsek; 
Webo oldukça kötüydü, sanırım yoğun maç trafiğine, ilerleyen futbol yaşı ve bedeni isyan ediyor, yorgunluğunu atamamış. Ne gol girişimi oldu, ne de gol tehlikesi yaratabildi. Ne top tutabildi, ne servis yapabildi. Ve de rakip stoperlerden birinin 5. dakikadan itibaren sarı kartlı olması, birinin de 19 yaşında ilk lig maçına çıkan acemi oyuncu olması avantajlarını değerlendiremedi, onları yoramadı, bozamadı. Sow olmayınca (sonradan girip de olmayınca da) etkisiz eleman olarak ileride kaldı bu maçta.
Kuyt bir var üç yok, bu maçta da en iyi bildiği şey olan sağlıklı yaşam koşularına devam etti, Allahı var Fenerbahçe'nin kaleyi bulan bir kaç topundan ikisi de ona aitti ama yerini bulmayan pasları ile yine sabır testi yaptı. Yaratıcılık eksik, adam geçemiyor, gol yüzdesi düşük, pasları isabetsiz, top kaybı yüksek, bir hücum oyuncusundan beklediğin şeylerden çoğu yok. 
2 kafa topu ile gol yiyen takımın stoperleri Egemen ve Yobo'nun kötü oynadıkları, özellikle Yobo'nun toptan ve sorumluluktan kaçtığını, Ziegler'in ise ne defansta ne ofansta faydası olmadığını gördük bu maç. Gökhan Gönül ise tribünlerden (bu arada Gençlerbirliği tribün yapmış ya la, Tribün Ç. ) kendisine yapılan sataşmaların etkisinde kaldı, gergindi ve performansı düşüktü. Volkan özellikle ikinci yarı iyi kurtarışlar yaparak farkın açılmasını önlese de, 2. golde hatalıydı. Sonradan giren Sow'un sakatlık bitimi ilk maçıydı ve etkisizdi, M. Topuz bal yapmayan arı, Krasiç ise hayal kırıklığının dibi rollerini aynen sürdürdüler.

Fenerbahçe, toplam 7. lig yenilgisini aldı bu maçta. Şampiyonluğa giden bir takım için 30 maçta 7 yenilgi kabul edilemez. Ligde en son 6. hafta deplasmanda oynadığı ve 2-0 yenildiği Kasımpaşa maçından bu yana 23 haftadır gol atıyordu, o gollü seri de bitti. 17. lig maçında geriye düştü daha önce 5 kez çevirebilmişti sadece, çeviremedi bu maçta.  

Ligde 6 haftadır Gs, maçlarını Fenerbahçe'den daha önce oynuyordu, bu maç da üst üste 7.cisi oldu ve  puan farkı da 7 oldu. Fenerbahçe, her hafta lig maçına, farkın daha fazla olduğu ve onu indirmek zorunda olduğu düşüncesiyle çıktı, bu kadar stres bir yerde kırılacaktı, "beklenilen" oldu, Ankara'da kırıldı. Maç bittikten yarım saat sonra açıklanan gelecek haftanın programında ise iki takım aynı saatte lig maçı oynayacaklar, tesadüf olmalı. 

Bu arada, bir takımın taraftarı, galip götürdüğü bir maçta, rakibine yönelik "şike yapsana" diye bağırıyorsa, geçmişinde bazı maçları şike ile verdiği anlamına gelir bence. Şike yapılmadığı için kazandıkları algısı, kaybettilerse şike yapılmıştır düşüncesi, kendilerinin bu işe açık olduğunu bildikleri anlamına gelir. Konu hakkında, o takımın başkanının açıklama yapması, mevcut yasayı uygulayanların takipçi olması gerekir. (ama hiç bir şey yapılmaz, görmezden gelinir, önemsiz bir konudur)

Her işte bir hayır vardır, belki de lige havlu atmak, öncelikli hedefin Uefa Kupası olmasını pekiştirir ve daha yoğun konsantrasyon sağlar. Benfica maçının daha farklı olacağını ve avantajlı bir skor alınacağını umuyorum. O zaman şu anki kara bulutlar dağılır, belki iklim değişir, Akdeniz olur...

15 Nisan 2013 Pazartesi

Lig'e "devam" maçı


Fenerbahçe için ligi tutma maçıydı Eskişehir karşılaşması ve kazanmak gerçekten çok önemliydi. Bu maçtan 3 gün önce Roma’da sert bir maç oynayıp, ertesi gün uzun bir yolculukla gelen takımın hem fizik hem de psikolojik olarak yorgun olduğu çok açıktı. Üstelik Eskişehir, sert oynayan ve top rakipteyken yaptığı faullerle tanınan bir hocanın takımı olduğundan dişli bir ekipti. Sow ve Emre gibi ilk 11’in, daha doğrusu sistemin önemli iki oyuncusunun eksikliğine bir de son günlerin formda ismi Caner’in eksikliği eklenmesi Aykut Kocaman’ı zorda bırakan diğer bir konuydu. Ayrıca, Gs’nin 1 gün önce oynayıp 3 puanı cebe koyması da kazanma baskısı yaratıyordu takımda. Fenerbahçe için, bu olumsuzluklar yanında tek teselli maçın Kadıköy’de dolu ve coşkulu seyircisi önünde olmasıydı, bir de deplasmanda olsa iş gerçekten çok zor bir hal alırdı.  

Lazio karşısına çıkan 11 ‘in 9 ‘u bu maça da çıktı. Bu maçın ilk 11 ‘indeki 2 farklı isimden M. Topuz, Lazio maçında sonradan girmişti. M. Topal ise yaşadığı hastalık sonrası tıbbi destekle bu maçta oynadı. Bu maçta görev alan toplam 14 adamın 11 i Lazio maçında da görev aldı ise Fenerbahçe’nin kadrosu derin demek zor. İsim olarak çok futbolcu var ama önemli bir kısmı hazır değil demek ki, ya da Aykut Kocaman ‘ın tercihine uygun değiller. Aykut Hoca’nın hep bahsettiği “antrenör takımı” sanırım bu, kendi kriterleri ( koşu, dripling mesafeleri, pas yüzdeleri vb. belli rakamları ortalama ve üstünde olanlar) ile bir ekip oluşturup öyle devam etmek istiyor. Bu maçta forma giymese de hocanın ekibinde olan Sow, Emre, Caner, Salih, H. Ali ve Bekir var ama 3 kulvarda giden takım için yetmez. Sezer, Stoch , Semih, Krasiç gibi skor yapabilecek isimlerin daha hazır olması gerekir, muhtemelen bu isimlere kupadaki Eskişehir randevusunda yer verecek hoca. Bu isimlerden iki tanesi bile kalan 1 aylık periyotta formda olsa büyük kazanç olur.

Üç kulvarda mücadele eden takımla övünüyoruz ama bu mücadele kolay değil, üçünü bir arada götürmek hiç basit değil. Sahadaki futbol Fenerbahçe adına iç acı değil elbette; kaleyi bulduğu tek topuyla gol kazanması büyük şans. Buna karşılık rakibin iki direkten dönen şutu ve kaleyi bulan bir çok topu var, özellikle orta sahadaki etkinliği ve defansının dengesini sürekli bozan atakları var. Buna rağmen gol yemediyse Fenerbahçe, Volkan’a ve şans meleklerine teşekkür etmesi gerek. Özellikle, atılan golden sonra geriye yaslanma taraftarı rahatsız etse de, "Selçuk yerine Salih niye girmedi, Semih neden daha önce Webo'nun yerine alınmadı" homurtuları çokça duyulsa da, tek seçeneği galibiyet olan bu takımı, bunu başardığı için tebrik etmek gerekir. Çünkü bu maçla önemli bir viraj dönüldü, berabere bile bitse lig şampiyonluğu mucizelere kalacaktı. O yüzden alınan 3 puan çok önemli bir rahatlama sağlarken mevcut stres de ezeli rakibin omuzlarına atılmış oldu.  İçinde bulunulan tabloyu düşündüğümüzde, alınan galibiyet tüm kusurları örtmekte, hatta tabiri caizse ilaç gibi gelecektir.. Türkiye’de bir futbol atasözü olan “Ligin sonuna doğru iyi futbol değil 3 puan beklenir sadece” dönemine de geldik zaten, alt taraf ve üst taraf mücadelesindeki her takımın maçında bu söz kullanılacak. Bu haftanın 9 maçından 8 nin 1-0 bitmesi de pek tesadüf değil. Bakalım kim öle, kim kala.

12 Nisan 2013 Cuma

Bitmesin bu rüya










Fenerbahçe kendi futbol tarihini yazıyor.
Artık kendini aşıyor, şu anki konumuyla ülke futbolunun bayrağını en önde taşıyor. Tarihinde ilk defa Avrupa turnuvalarından birinde yarı final oynayacak, ilk defa Mayıs ayında ismi geçecek.

2 yıl önce travma yaşamış, kendi ülkesindeki jurnalcilerle mayfa Uefa işbirliği sonucu Avrupa'da mücadele hakkı gasp edilmiş Fenerbahçe, bu sene onur mücadelesi veriyor, Avrupa'da kupa almaya gidiyor. Aykut Kocaman da maç sonu bunu dile getirdi :
"Geçen sezon Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’ne göndermeyenlere buradan yarı final selam olsun demek lazım herhalde ... "

Böyle maçlar için fazla teknik taktik konuşmayı, futbolcuları ve hocayı eleştirmeyi pek doğru bulmuyorum açıkçası. İyi bir İtalyan takımı olan Lazio, rahatlıkla bu kupada final oynayabilecek kapasitedeydi. Fenerbahçe'den iyi futbol beklemek haktır elbette ama yarı final kapısı açacak rövanş maçında bunu beklemek futbol romantizmidir, lükstür. Bu maçta elzem olan yarı final bileti almaktı, o görev başarıyla tamamlandı. 

Yıllardır bu camianın turnuva takımı olamamasını, eleme usulü maçları 180 dakika olarak planlayamamasını eleştiriyorduk. Turnuva oynayabilme, grupları geçebilme ve sonrasında çift ayaklı maçlarda tur atlayabilme mahareti sadece Fenerbahçe'ye özgü bir eksiklik değil, Milli Takım başta olmak üzere bütün Türk takımlarının sorunu. Sistem ve planlamadan uzak tüm zihniyetlerde olduğu gibi. İşte Fenerbahçe, bir yandan bu zihniyet devrimini de başarmaya çalışıyor, tur atlama bilinciyle, hedefe giderken çıkan engelleri nasıl aşacağını öğreniyor, uyguluyor. Üç kupaya giden takım hiç kupa almadan da kapatabilir sezonu, olabilir ama bu sene yaşanan tecrübe; takımın geleceğine bir kültür, bir öğreti olarak miras kalır ve gelecekte nice üç kupalar getirir.

Kupada kim çıkar bilmiyorum, bu yazıyı yazarken henüz kuralar çekilmedi ama benim gönlümde yatan;  
15 Mayıs'ta Amsterdam'da izlediğim finalde kupayı çubuklu formanın göğe kaldırmasını görmek...

Allah'ım bitmesin, bitmesin bu rüya...

8 Nisan 2013 Pazartesi

Karadenizlerde Bir Fener’sin


Hafta içi Kadıköy’de Lazio karşısında oynanan güzel oyun ve avantajlı skor’un bu maça iki negatif yansıması olabilirdi. Biri yorgunluk, biri de konsantrasyon sorunu. Bunlara ilave olarak, maçtan önce puan tablosunda ligin 16. sı olan ama iç saha performansında ilk 8 de yer alan Orduspor, evinde daha çok puan toplayan, kolay yenilmeyen bir takımdı. Dolayısıyla Fenerbahçe, kalan lig maçları içinde en zor deplasmanına çıkıyordu Karadeniz'de.

Beklendiği gibi oldu hatta daha kötü geçti ilk yarım saatlik bölüm Fenerbahçe için. Rakip oyuna çok coşkulu başladı ve sırf  ilk 5 dakikada 3 net pozisyon yakaladılar, önemli tehlikeler yarattılar. Volkan’ın performansı başta olmak üzere takım defansif olarak iyi direndi ama ofansif olarak pek varlık gösteremedi, o bildik kontrollü oynayan ve top tutan takımdan eser yoktu. 25. dakikaya kadar Fenerbahçe’nin bu kadar tepkisiz ve silik kalması çok şaşırtıcıydı, bu dilimde 1 orta 0 şutuna karşın, Ordu 10 orta 8 şut gibi rakamlara ulaşmıştı. Ve Ordu bu fırsatı değerlendirip 2-0 yapabilirdi, yapamadı ama Lazio yapabilir! Beklenen o ki Lazio da maça böyle başlayacak; o yüzden Fenerbahçe, Marsilya ve V.Plzen deplasmanlarında oynadığı gibi o maça başlamalı kesinlikle. Lazio maçı öncesi bu görüntü tedirgin etti ama hayırlı oldu belki de, bu maç prova gibi görülüp daha fazla önlem alınacaktır elbette.

Fenerbahçe, ilk yarının son çeyreğinde kendi oyununa dönebildi, biraz da hızlanınca 38 de gol geldi. 2 maç öncesinde eleştirdiğimiz Caner, seri çalımların ardından çok güzel bir pas bıraktı Uçan Salih’e, o da sol ayağıyla bu güzel pası gol ile değerlendirdi. Çalımla adam eksiltip, dikine giderek araya pas atan adamlara hasrettik nicedir. İkinci yarı ise Fenerbahçe’nin kontrolünde geçti, Ordu istekli ama etkisizdi bu sefer. 57 de Salih öyle bir gol attı ki gerçekten çoğu futbolcunun kolay kolay atamayacağı cinstendi, tam usta işi enfes bir vuruştu, mest etti, övünç kaynağı oldu. Maç bu golden sonra Fenerbahçe için rölanti geçti, Ordu için ise takımı adına büyük kayıp, tribünleri adına ise çok ayıp ettikleri bir yarım saat oldu.

Aykut Kocaman için ayrı bir paragraf açmak lazım. Bir gün önce TT Arena’da görülen kenar magandalığına inat "başka bir futbol  mümkün" diyor. Doğru ve düzgün bir Teknik Direktör nasıl olur her maç gösteriyor, Fenerbahçelilere umut ve gurur kaynağı oluyor, hem de “Kocaman”. Takıma hakim, oyuncuları iyi motive etmiş, rotasyonu iyi yapmıştı bu sınavda. Maça kötü başlanmasına geç çare bulması riskliydi. Ancak hiç vazgeçmediği ve takımın her hücresine aşıladığı “oyunu 90 dakikaya yayıp sahanın ve topun sahibi olma, sonuna kadar sakin, sabırlı ve kontrollü oyundan vazgeçmeme “ felsefesi, takımın 3 kulvarda emin bir şekilde ilerlemesinin en önemli temel taşı. Unutmadan, maç öncesi yayıncı kuruluşun röportajını 10 saniyede bitirmesi, maç sonrası basın toplantısında yine onlara yönelik eleştirileri cuk oturdu. 

Fenerbahçe'de Bekir'den Beykan'a iyi performanslar vardı sahada ama 3 ismi ayırma gerek: Volkan, Caner ve Salih...
Volkan oyunun ilk bölümünde maçı tuttu, takımın geriye düşmesini önleyip ayakta kalmasını sağlayan isimlerdendi. Son zamanlardaki formsuzluğunu atmış, daha motive olmuş görüntüsü yüreklere su serpti.
Caner ise ilk goldeki çalımları ile rakibi eksiltip dengesini bozarak Salih’e al da at pası, ikinci yarı çizgiden çıkardığı top direk sonuca etki etti. Akhisar maçındaki kötü oyunuyla taraftarın tepkisini çekmesi, ve sonrasında oyundan çıkarken yaptıkları olumsuzdu ama çabuk atlatmış bunu. Lazio maçı ile yeniden iyi oynamaya başladı, bu maçta da Fenerbahçe için son damlasına kadar terini döktü ve kanını akıttı. Bundan sonra taraftar onu ıslıklamayı kafasından geçirdiğinde, Caner’in kafasından akan kanı hatırlar umarım.
Ve Salih ... Fenerbahçe’deki ilk resmi golünü V.Plzen maçında turu Fenerbahçe’ye getiren gol olarak atmış, aynı zamanda Avrupa’da gol atan en genç Fener’li olmuştu. O golden 3 gün sonra Antalya deplasmanında takımını öne geçirerek ilk lig golüne de imza atmıştı. Bu maçta da Fenerbahçe’sine 3 puanı getiren gollere imza attı. İlk defa bir maçta iki gol attı Fenerbahçe için ve galibiyet tamamen onun golleri ile geldi. Her golünde bir “ilk” payesi alması ne güzel, nice “ilk”lere. Ben de bu blog’un "ilk" yazısını ona yazmıştım, umarım daha çok yazdırır bize, daha çok güldürür bizi.( Al Gözüm Seyreyle Salih)

Maçın başlamasına az kala, Fenerbahçe’ye yönelik tribünlerden gelen küfürleri duyunca bu maçı Fenerbahçe’nin kazanması gerektiğine ve kazanacağına daha da inanmıştım. Üstelik Caner’in oyun içinde alnını yaran attıkları yabancı maddelerle, onların centilmenliğe ve spor ruhuna da yabancı bir madde olduklarının en güzel ispatıydı. Bu arada 6222 nl Sporda Şiddet Ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun vardı ne oldu ona, bu hafta güzel örneklerle dolu, gerçek amacı için kullanılır umarım.

Kendi sahalarında Gs ve Bjk maçlarında rakip takım biletini 50 yapan ama bu maç 75 TL ye çıkaran zihniyetin de Türk futbolundan ayıklanması lazım, bu serbest piyasa futbolda fazla serbest, aynısını Mersin İ.Y. yönetimi de yapmıştı, neyse ki Fenerbahçe her ikisine de yenilgi tattırarak cevabını verdi sahada. Seneye bilet fiyatlarında ciddi damping yaparlar sanırım, zira PTT 1. Ligi bu fiyatları kaldırmaz…

4 Nisan 2013 Perşembe

Zorlu süreç

Fenerbahçe, 31 Mart Pazar günü Kadıköy’de zorlu bir süreci başlattı kendisi için. Ucunda 3 ayrı kupa olan, çok cefa çekilecek ama kazanım elde ederse sefası ömür boyu unutulmayacak bir dönemi yaşıyor ve yaşatıyor.

Bu sezon böylesine maratonları birkaç defa yaşayan takım, her defasında daha da zoruna başlıyor, çünkü 3 kulvarda da finale gidiyor. Pazar günü Akhisar’ı 2-0 ile geçen Fenerbahçe için sırada Lazio ile bir Uefa Çeyrek final maçı var. 21 günde 7 maç yapacak Fenerbahçe, yani 3 günde 1 maç.










Gerçekten çok sıkı geçecek bir dönem, tarihinde en çok maçı oynayacağı sezonu yaşayan Fenerbahçe bu alanda Türkiye rekorunu da elde etmiş olacak.  Akhisar maçı 2012-13 sezonunda oynadığı 50. Resmi maçıydı, şu an kesinleşmiş 7 Lig, 2 Uefa (Çeyrek Final), 2 Ziraat Türkiye Kupası(Yarı Final) maçı daha oynayacak yani 61 resmi maçı garantilemiş durumda.
Eğer Uefa Kupası ve Türkiye Kupasında finale giderse, oynayacağı toplam maç sayısı 65 olacak ki bu sayı, uzun zaman boyunca Türkiye’de kolay kolay geçilemez. Ancak her şeyden öte, bu rakam bir sezonda çok fazla maç sayısı demek. Çoğu milli takım oyuncusu da olan Fenerbahçe futbolcularının bu sayıya ilave olarak bu sezon seçildikleri 6-8 kadar da milli maçı da düşünülürse çok fazla yük taşıdıkları bir gerçek.
Fenerbahçe, Lazio’yu elediği takdirde hiç ara vermeden bu maratonu sürdürecek, çünkü Uefa Yarı Final maçları 25 Nisan ve 2 Mayıs’ta oynanacak, yukarıdaki tablonun hemen bitimine yeni bir süreç daha eklenecek kesintisiz, üstelik henüz yer bulunamamış bir Ziraat Türkiye Kupası Yarı Final maçı da var. Türkiye’de yıllardır bir türlü becerilemeyen Kupa organizasyonu bu sene beceriksizlikte tavan yaptı. Görüldüğü gibi kupada devam eden takım Avrupa’da da devam ediyorsa takvimde boş yer bulunamıyor, neyse Türkiye Kupası konusu detaylı ve uzun bir konu, onu ayrı bir yazıda yazarım.

Fenerbahçe, 3 kulvarda da finali görürse, yukarıdaki tabloya ilave olarak 25 Nisan’dan itibaren oluşacak maç takvimi de aşağıda. (Türkiye Kupası final rövanşı ve finali boş hafta içine yerleştirdim, olursa muhtemelen böyle olur)


Yani 31 Mart'ta Kadıköy'de başlayan, her hafta içi maçı olan 52 günde toplam 16 maçlı bir zorlu süreç.

İnşallah bu takvimi eksiksiz olarak yaşarız, arada Amsterdam, ucunda 3 kupa görürüz.

1 Nisan 2013 Pazartesi

Akhisar kalesi yıkılır gelir

Fenerbahçe, 4 gün sonra oynayacağı Uefa Kupası Çeyrek Final maçından dolayı bir türlü istekli oynayamadığı Akhisar maçında, inci dişli zenci golcülerin ayaklarından gelen 3 puana mutlu oldu. Akıllarda Lazio olmasından dolayı temposu ve coşkusu az, kendini biraz sakınan bir Fenerbahçe vardı sahada. Akhisar'ın küme düşmeme mücadelesi vermesi yani puan kaybına tahammülü olmaması maçı zorlaştıran başka bir faktördü. Tabii hiç biri Fenerbahçe adına sıkıcı ve kısır futbolun bahanesi olmaz ama her maçı final olan, üç kulvarda ilerleyen bir takımın önceliği galibiyettir ve bunu elde ettiği için de tebrik edilmelidir.

Fenerbahçe, kağıt üstünde çift forvet gibi görünse de daha çok 4-4-1-1 olarak başladı maça, Sow ve Webo önlü arkalıydı ileride. Ancak sahada iki forvetin olması çok pozisyon bulunacağı anlamına gelmiyor, çünkü o forvetler beslenemediğinde, geriden destek alınamadığında istenilen pozisyonlar da gelmiyor. Burada hem Kuyt ve Caner'in karşı kaleden uzak kalması ve merkez oyuncuların ileriyi fazla düşünmemesi yüzünden koca bir ilk yarı pozisyonsuz, heyecansız geçti. Ortadaki Cristian ve Meireles'in hücuma katkıları çok çok düşüktü, Emre olmadığında Akhisar gibi daha düşük seviyede bir kadro bile ortasahada istediği gibi top yapabildi. Zaten maç boyu toplamda Fenerbahçe'nin %54 lük topa sahip olma oranı da bunu gösteriyor.  Cristian'ın neredeyse sıfır katkıyla oynadığı, Meireles'in de idare ettiği bir maç için normal bir değer bu aslında.

Fenerbahçe adına sahanın en kötüsü Cristian ile birlikte Caner'di. Cristian için fazla söylenecek bir şey yok, milli maç yorgunu da değildi, neden bu kadar verimsiz anlamak güç, maç seçtiği çok açık. Ama Caner'in durumu farklı, evet milli kadrodaydı ama 2 maçta da oynamadı, yol yorgunluğu dışında bir yorgunluğu yok, yaş olarak da çok rahat kaldırabilir zaten, doğal olarak daha coşkulu daha tempolu oynaması bekleniyor. Oyunda kaldığı sürenin yarısında sol ön, yarısında da ortasahanın ortasında oynadı ancak yerini tutmayan pasları, hücüma destek olamaması ile istenileni veremedi. Özellikle ortasahanın ortasına geçmesi Sow için faydalı olsa da kendisi için kötü bir futbol gecesinin ana faktörüydü. Ancak hiç biri ıslıklanmasını haklı çıkarmıyor elbette. - gerçi bu taraftar, şimdi muhalefet malzemesi yapılan kaptanı Alex'i de ıslıklamıştı - dolayısıyla bu ne ilk ne de son olacak bunlar fakat doğru olmadığı kesin. Eminim Caner de şu maçı izlediğinde kendi kötü futbolunu eleştirecektir. Artık ülkemiz futbol seyircisinin, insan öğütme zihniyetinden vazgeçmesi gerekiyor, futbolcunun özsaygısına ve vicdanına, kenar yönetiminin de adaletine ve otoritesine saygı duyması, o bilince ulaşması, sahip çıkan destekleyen, moral veren kimliğine daha çok bürünmesi gerekiyor. Fenerbahçe taraftarı çubukluyu terleteni baştacı eder ve saygı gösterir (her zaman olmasa da), bunu Caner için de yapmalı ama Caner de karşılığını hem saygı hem de futbol olarak vermeli. Eğer kötü oynadığı halde stadın bir kısmından (hepsinden de değil) tepki alıyorsa eliyle "hadi ordan" yapıp sonra klübedeki su şişesini ceza sahasına göndermeyecek. Bu yeteneğini oyundayken topla gösterecek. Adil ve demokrat bir insan olan Aykut Hoca'nın Caner ile gerekli tasarrufu yapacağına inanıyorum. Taraftarın ise zor maçların yaşandığı bu süreçte hiç bir futbolcusunu kırmadan, incitmeden sadece kazanması gerektiğini düşünüyorum.

Diğer bir sıkıntılı yer de sağ bek pozisyonuydu. Gökhan'ın yokluğunda iki maçtır şans bulan Mehmet Topuz formunu bulamamış henüz, ayrıca güçsüz görünüyordu.Zaten fazla yorulduğundan yerini Orhan'a bıraktı maç içinde. Topuz ileri sadece 2-3 kez çıkıp birinin gol asisti olması, daha fazla ileri çıksa neler olurdu dedirtti. Rakibin zayıflığından defansif eksikliği çok hissedilmese de, hem defans çizgisinden daha ileride kalması hem de kanat çizgisinden daha içte durup ortaya girmesi dikkatlerden kaçmadı. Hoş, Fenerbahçe sağ kanadı kullanamadı diyoruz ama maçın iki golünün de iki ayrı sağ bekin attığı paslarla gelmesi enteresan bir noktaydı. 

Enteresanların en büyüğü ise, içeri giren topun gol olarak değerlendirilmemesiydi. Evet yan hakem ofsaytı kontrol ettiği için o pozisyona yetişemez ve olduğu yerden de göremezdi ancak "Mahir" bir orta hakem golü görebilirdi. Zor bir pozisyondu kabul ancak hakemin işi nedir ? Bu işi yapıyorsa normal insanlardan daha meziyetli olması gerekmez mi, onda insanlık hali, bunda iyi niyetli, şunda ne yapsın denilecekse bu iş hakemlik olmuyor pek, idare etmek oluyor. Bu sene o kadar kötü hakem performansları görüldü, bu pozisyonda olduğu gibi artık masumiyetlerini bile sorguluyoruz maalesef. Yine çizgi kameraları, çipli toplar vs. gibi elektronik çözümler dillendiriliyor ancak ben bu oyunun içine bu kadar teknoloji sokulmasına karşıyım, dışında yeterince endüstri ve teknoloji var zaten, bir de saha içine fazla bulaşmasın. Bence, Uefa Kupası maçlarında olduğu gibi iki tane kale çizgisi hakemi daha faydalı ve oyunun doğasına daha uygun olur.

Herşeye rağmen Fenerbahçe ligde 4 puan fark ile yarışa devam ediyor, son dakikaya kadar da kovalayacak, başlıkta atıfta bulunduğum iç Ege türküsünde dediği gibi:
"kesme ümidini kadir Mevla'dan" ...